top of page

Forum Mesajları

vasilis klimantakis
20 Kas 2024
In GeziBahçe
Türk toplumunda bohçacı kadınlar, yüzyıllar boyunca sadece ticaretin değil, sosyal ve kültürel etkileşimin de önemli temsilcileri olmuştur. Bu gezgin kadın satıcılar, evden eve dolaşarak sadece bohça içinde tekstil ürünleri satmakla kalmamış, aynı zamanda farklı sosyal sınıflar arasında köprü görevi görmüşlerdir. Osmanlı döneminden günümüze kadar uzanan bohçacılık geleneği, teknolojinin ve modern ticaretin etkisiyle büyük bir dönüşüm geçirmiştir. Bohçacılar, geleneksel yöntemlerden dijital platformlara geçiş yaparak, bu kadim mesleği çağın gereklerine uyarlamayı başarmışlardır. Bu yazımızda, bohçacı kadınların geçmişten bugüne uzanan yolculuğunu ve bu mesleğin nasıl evrildiğini inceleyeceğiz. Osmanlı Döneminde Bohçacı Kadınların Sosyal Statüsü Osmanlı toplumunda kaçgöç sisteminin hâkim olduğu bir dönemde, bohçacı kadınlar benzersiz bir sosyal statüye sahip olmuşlardır. Bu özel konumlarını incelediğimizde, toplumsal yapının katı kuralları içinde nasıl önemli bir rol üstlendiklerini görebiliriz. Mahrem Alana Giriş İzni Osmanlı'da bohçacı kadınlar, toplumun en mahrem alanlarına girebilen az sayıdaki meslek grubundan biriydi. Bu kadınlar, evlerin en özel bölümlerine girme yetkisine sahipti ve bu ayrıcalık onları dönemin sosyal yapısında eşsiz bir konuma yerleştiriyordu [1]. Özellikle kaçgöç sisteminin yaygın olduğu bir toplumda, bu izin onlara büyük bir sorumluluk yüklüyordu. Kadınlar Arası İletişim Ağı Bohçacı kadınların en dikkat çekici özelliklerinden biri, kadınlar arasında kurdukları güçlü iletişim ağıydı. Bu ağ sayesinde: • Farklı mahallelerdeki kadınlar arası haber akışı sağlanırdı • Sosyal sınıflar arası kültürel alışveriş gerçekleşirdi • Kadınların sosyal ihtiyaçları karşılanırdı Bu iletişim ağı, özellikle kadınların ev dışı faaliyetlerinin kısıtlı olduğu bir dönemde hayati önem taşıyordu [2]. Toplumsal Güven ve İtibar Bohçacı kadınların toplumsal statüsü, güven temeline dayanıyordu. Bu güven, onların sadece ticari değil, aynı zamanda sosyal aracılar olarak da kabul görmelerini sağlıyordu. Osmanlı toplumunda kadınların ekonomik faaliyetlerde bulunabilme hakkı vardı [3], ve bohçacı kadınlar bu hakkı en etkin şekilde kullanan grupların başında geliyordu. Ancak bu güven ve itibar beraberinde büyük sorumluluklar da getiriyordu. Bohçacı kadınların ailelerin mahremiyetini koruma konusundaki hassasiyetleri, onların toplumsal statülerini belirleyen en önemli faktörlerden biriydi [1]. Bu nedenle, her bohçacı kadının toplumda saygın bir yer edinebilmesi için hem ticari hem de ahlaki açıdan güvenilir olması gerekiyordu. Tanzimat döneminde toplumsal yapıda yaşanan değişimler, bohçacı kadınların rolünü de etkiledi [4]. Bu dönemde modernleşme adımlarıyla birlikte, bohçacı kadınların geleneksel rollerinde bazı değişimler yaşansa da, toplumsal güven ve itibarları devam etti. Bohçacılığın Ekonomik Boyutu Kadın girişimciliğinin Türk toplumundaki köklü örneklerinden biri olan bohçacılık, ekonomik bağımsızlık arayışının önemli bir göstergesidir. Günümüzde kadınların %71'inin ekonomik bağımsızlık için çalışmak istemesi [5], bu geleneğin modern yansımalarını anlamamız açısından önemlidir. Kadın Girişimciliğinin İlk Örnekleri Bohçacılık, kadın girişimciliğinin en eski örneklerinden biridir. Osmanlı döneminde kadınlar, dükkân kiralama ve çeşitli ticari faaliyetlerde bulunma hakkına sahipti [6]. Bu dönemde bohçacı kadınlar, ev ev dolaşarak tekstil ürünleri, incik boncuk gibi malzemelerin satışını yaparak kendi işlerinin sahibi olmuşlardır. Ticaret Ağları ve Pazarlama Stratejileri Bohçacı kadınların kullandığı pazarlama stratejileri, günümüz modern pazarlama tekniklerinin birçok özelliğini barındırıyordu. Başlıca pazarlama stratejileri: • Doğrudan müşteri ilişkileri yönetimi • Kişiselleştirilmiş ürün sunumu • Güvene dayalı satış teknikleri • Ağızdan ağıza pazarlama Bu stratejiler, modern pazarlamanın temel prensipleriyle örtüşmektedir [7]. Özellikle müşteri odaklı yaklaşımları ve risk yönetimi konusundaki hassasiyetleri dikkat çekicidir. Ekonomik Bağımsızlık ve Güçlenme Kadınların ekonomik bağımsızlığı konusunda çarpıcı veriler bulunmaktadır. Araştırmalar gösteriyor ki: • Kadınların %71'i ekonomik olarak bağımsız olmaları gerektiğini düşünüyor [5] • Kadınların %51'i, çalışmadıkları takdirde ülke ekonomisinin büyümeyeceğine inanıyor [5] • Kadınların %54'ü çocuk bakımı için destek gerektiğini belirtiyor [5] Bohçacılık, kadınların iş-yaşam dengesi kurmasında önemli bir rol oynamıştır. Günümüzde kadınların %68'i esnek çalışma saatlerini öncelikli haklar arasında görüyor [5], bu da bohçacılığın sunduğu esnekliğin modern çalışma hayatındaki önemini gösteriyor. Kadın girişimciliği, yoksullukla mücadelede ve hane refahını artırmada etkili bir araç olarak görülmüştür [8]. Ancak, kadın girişimciler hala pazarlama teknikleri, teknoloji kullanımı ve kredi erişimi gibi konularda çeşitli zorluklarla karşılaşmaktadır [8]. Bu zorluklar, modern bohçacılık pratiğinin dijital platformlara taşınmasıyla yeni boyutlar kazanmıştır. Kültürlerarası İletişimde Bohçacı Kadınların Rolü Kültürlerarası iletişimin önemli aktörleri olarak bohçacı kadınlar, toplumsal yapının farklı katmanları arasında benzersiz bir köprü görevi üstlenmişlerdir. Bu bölümde, onların toplumsal dokudaki bu özel rolünü inceliyoruz. Farklı Sosyal Sınıflar Arası Köprü Osmanlı toplumunda bohçacı kadınlar, farklı sosyal sınıflardan evlere girebilme ayrıcalığına sahipti [9]. Bu özel konum, onları toplumsal iletişimin vazgeçilmez unsurları haline getiriyordu. Kaçgöç sisteminin hâkim olduğu bir dönemde, kadınlar arası iletişimin büyük ölçüde aracılar vasıtasıyla gerçekleştiğini görüyoruz [9]. Kültürel Alışveriş Aracıları Bohçacı kadınların kültürel alışverişteki rolleri şu şekilde özetlenebilir: • Farklı mahalleler arasında haber ve bilgi taşıma • Yerel gelenekleri ve modayı yayma • Sosyal normların aktarılmasında aracılık • Kültürel değişimin hızlandırılması Bu kadınlar, evlere girdiklerinde öncelikle su isteyip sohbet ederek samimiyet kurar, bu sayede güven temelli ilişkiler geliştirirlerdi [10]. Bu samimi yaklaşım, onların kültürel aracılık rolünü güçlendiren önemli bir faktördü. Modernleşme Sürecinde Aracı Rol Tanzimat'tan Cumhuriyet'e uzanan süreçte bohçacı kadınların rolü önemli bir dönüşüm geçirdi [9]. Modernleşme sürecinde, özellikle kadınların toplumsal konumunun değişmesiyle birlikte, bohçacı kadınların aracılık rolü de evrildi. Bu dönemde kadınlar, basın yoluyla hem kendilerini hem de Batılı kadınları tanıma fırsatı bulurken [11], bohçacı kadınlar bu değişimin pratikteki taşıyıcıları oldular. Bohçacıların ticari faaliyetleri güvene dayalı bir sistem üzerine kuruluydu. Örneğin, müşterilerine aylık, 3, 6 veya 12 aylık t Cumhuriyet Döneminde Değişen Dinamikler Cumhuriyet'in ilanıyla birlikte ticari hayatta yaşanan köklü değişimler, geleneksel bohçacılık mesleğini derinden etkilemiştir. Bu bölümde, bohçacı kadınların değişen koşullara nasıl adapte olduğunu inceliyoruz. Yeni Ticaret Kanunları ve Düzenlemeler Cumhuriyet döneminin ilk Ticaret Kanunu, 1926 yılında Medeni Kanun ile birlikte yürürlüğe girmiştir [12]. Bu kanun, ticari hayatın gelişmesi yolunda önemli bir adım olmuştur [12]. Biz bu dönemde, bohçacı kadınların yasal statülerinin daha net tanımlandığını görüyoruz. Özellikle kadın girişimciliğinin yasal çerçevesinin oluşturulması, bohçacılık mesleğinin kurumsallaşması açısından önemli bir dönüm noktası olmuştur. Kentleşmenin Etkileri Kentleşme süreci, 1950'li yıllardan sonra hızlanmış ve bohçacılık mesleğini önemli ölçüde etkilemiştir. Bu dönemde yaşanan değişimler şunları içermektedir: • Kırsal alandan kentlere göç artışı [13] • Yeni yerleşim bölgelerinin oluşması • Geleneksel mahalle yapısının değişmesi • Kentsel dönüşüm projelerinin başlaması Kentleşmenin hızlanmasıyla birlikte, nüfusun %59'u kentlerde yaşamaya başlamış ve kırsal kesim oranı %40'a düşmüştür [13]. Bu demografik değişim, bohçacı kadınların müşteri profilini ve çalışma alanlarını yeniden şekillendirmiştir. Modern Pazarlama Yöntemlerine Geçiş Günümüzde markalar, klasik pazarlama yöntemlerinin yanı sıra modern pazarlama yöntemlerini de kullanmaktadır [14]. Biz bu değişimi bohçacılık mesleğinde de net bir şekilde gözlemliyoruz. Modern pazarlama teknikleri, bohçacı kadınların iş yapış şekillerini dönüştürmüştür. Modern pazarlamanın temel özellikleri arasında: • Tüketici davranışlarının incelenmesi • Müşteri deneyiminin ön planda tutulması • Departmanlar arası iş birliği • Veri tabanlı stratejiler yer almaktadır [14] Bohçacı kadınlar, bu yeni dönemde müşteri memnuniyetini artırmak ve marka sadakati yaratmak için modern pazarlama tekniklerini benimsemişlerdir [14]. Özellikle deneyimsel pazarlama ve ilişkisel pazarlama stratejileri, geleneksel bohçacılık pratiğinin modern versiyonları olarak karşımıza çıkmaktadır. İktisadi ve Ticari İlimler Akademilerinin gelişmesiyle birlikte, modern pazarlama teknikleri daha sistematik bir şekilde öğretilmeye başlanmıştır [15]. Bu eğitim kurumları, gerek özel sektördeki gerekse kamu sektöründeki iktisadi teşekküllere, bilimsel ve teknik bilgilere sahip yöneticiler yetiştirme fonksiyonunda önemli bir rol oynamıştır [15]. Dijital Çağda Bohçacılığın Dönüşümü Dijital teknolojilerin hızlı gelişimi, geleneksel ticaret yöntemlerini dönüştürürken, bohçacılık mesleği de bu değişime ayak uydurmak zorunda kalmıştır. Biz bu dönüşümü, dijital girişimciliğin sunduğu yeni fırsatlar çerçevesinde inceliyoruz. E-ticaret ve Sosyal Medya Satışları Dijital girişimcilik, ürünlerin elektronik ağlar üzerinden satılmasını mümkün kılarken [16], bohçacı kadınların iş yapış şekillerini de temelden değiştirmiştir. Bu değişimin en belirgin avantajları: • Daha hızlı ve ekonomik ürün dağıtımı [16] • Global çalışma imkanı [16] • Kolay pazar girişi [16] • Üretim ve depolama tasarrufu [16] Günümüzde bohça markaları, çevrimiçi platformlarda geniş bir ürün yelpazesi sunmaktadır. Giyimden ev aksesuarlarına, yemek takımlarından salon takımlarına kadar on farklı ürün kategorisinde hizmet verilmektedir [17]. Geleneksel-Modern Sentezi Dijital dönüşüm, bir yandan yaşam tarzlarını etkilerken, diğer yandan işletmelerin iş yapma biçimlerini değiştirmiştir [16]. Biz bu değişimi şu şekilde tablolaştırabiliriz. Geleneksel Bohçacılık Yüz yüze iletişim Çevrimiçi müşteri hizmetleri Fiziksel ürün gösterimi Dijital kataloglar Sözlü pazarlık E-ticaret platformları Yerel müşteri ağı Global müşteri potansiyeli Yeni Nesil Girişimcilik Modelleri Dijital girişimcilik, ekonomik ve sosyal değer yaratan yeni iş modellerini kapsamaktadır [16]. Bu modeller şunları içerir: 1. Gelir Artırma Stratejileri: Dijital platformlar üzerinden yeni gelir kaynakları oluşturma [16] 2. Maliyet Optimizasyonu: Giderlerde tasarruf sağlama ve operasyonel verimliliği artırma [16] 3. Küresel İşbirlikleri: Dünyanın herhangi bir yerinden çalışanlar ve ortaklarla işbirliği yapabilme [16] Dijital ekonomi, girişimcilere olağanüstü fırsatlar sunmaktadır [16]. Özellikle sosyal medya, mobil internet ve bulut teknolojileri gibi dijital araçlar, ticari fırsatların yaratılmasında ve müşterilerle işbirliği yapılmasında önemli rol oynamaktadır [16]. Biz bu süreçte, bohçacılığın geleneksel değerlerini korurken, modern teknolojinin sunduğu imkanlardan da maksimum düzeyde yararlanılması gerektiğini düşünüyoruz. Örneğin, güvenli alışveriş için SSL ve 3D Secure servisleri kullanılmakta [18], müşteri ilişkileri yönetimi için e-bülten abonelikleri ve sosyal medya etkileşimleri tercih edilmektedir [18]. Günümüzde Bohçacılık Geleneğinin İzleri Geleneksel ticaretin modern çağa adaptasyonunda önemli bir örnek teşkil eden bohçacılık geleneği, günümüzde yeni formlarıyla varlığını sürdürmektedir. Biz bu dönüşümü, kültürel mirasımızın modern iş dünyasındaki yansımaları olarak görüyoruz. Modern Satış Teknikleriyle Bütünleşme Modern pazarlama çalışmaları, markaların hedef kitlelerine ulaşmasında ve müşteri memnuniyeti sağlamasında kritik rol oynamaktadır [14]. Biz günümüzde bohçacılık geleneğinin modern pazarlama teknikleriyle nasıl bütünleştiğini şu şekilde gözlemliyoruz Modern pazarlama yöntemlerinde tüketici davranışları incelenerek hareket edilmekte ve işletmelerin tüm birimleri koordineli bir şekilde çalışmaktadır [14]. Bu yaklaşım, bohçacılık geleneğinin özünde var olan müşteri odaklı hizmet anlayışıyla mükemmel bir uyum sağlamaktadır. Kültürel Miras Olarak Değeri Bohçacılık geleneği, UNESCO'nun tanımladığı somut olmayan kültürel miras kapsamında değerlendirilmektedir. Bu gelenek, toplulukların, grupların ve bireylerin kültürel miraslarının bir parçası olarak gördükleri kültürel uygulamalar arasında yer almaktadır [19]. Özellikle: • Kadınların desteklenmesi • Toplumsal ilişkilerin geliştirilmesi • Misafirperverlik ve dayanışma kültürünün yaşatılması • Topluluk aidiyetinin güçlendirilmesi gibi değerleri temsil etmektedir [19]. Sürdürülebilir İş Modelleri Sürdürülebilir bir iş modeli, paydaşların katılımı ile ekonomik, sosyal ve çevresel hedeflerde orta ve uzun vadeli odaklanmayı gerektirmektedir [20]. Biz bohçacılık geleneğinin modern versiyonlarında bu sürdürülebilirlik anlayışını şu şekilde gözlemliyoruz: Ekonomik Sürdürülebilirlik • Tedarik zincirinde üstün değer yaratma • Rekabet avantajı sağlama • Müşteri ihtiyaçlarına uygun ürün geliştirme [20] Çevresel Sürdürülebilirlik Sürdürülebilir tekstil uygulamaları, günümüz bohçacılık pratiğinin önemli bir parçası haline gelmiştir. Tekstil ürünlerinin tasarımında ve üretiminde sürdürülebilirlik kavramı bir gereklilikten zorunluluğa dönüşmüştür [21]. Sosyal Sürdürülebilirlik Tedarik zinciri yönetiminde doğal kaynakların doğru ve adil kullanımını dikkate alan "Sürdürülebilir İş Modeli" yaklaşımı benimsenmiştir [20]. Bu model: • Ekonomik verimliliği artırma • Sosyal değer yaratma • Çevresel etkileri minimize etme hedeflerini içermektedir [20]. Kültürel miras olarak bohçacılık, geçmişten bugüne ulaşmış, insanların sahiplik bağı içinde olmaksızın sürekli değişim halinde olan değerlerinin, inançlarının ve geleneklerinin bir yansımasıdır [22]. Bu miras, insanlar ve mekânlar arasında zaman içinde meydana gelen etkileşimin tüm özelliklerini içermektedir [22]. Biz günümüzde bohçacılık geleneğinin, modern pazarlama teknikleriyle bütünleşirken kültürel değerlerini koruyabildiğini görüyoruz. Özellikle müşteri deneyiminin ön planda tutulması ve ilişkisel pazarlama stratejilerinin benimsenmesi [14], bu geleneğin özünde var olan değerlerin modern iş dünyasında da yaşatılmasını sağlamaktadır. Sonuç Bohçacı kadınların yüzyıllar boyunca sürdürdüğü bu değerli gelenek, günümüzde modern iş dünyasının gereklilikleriyle harmanlanarak varlığını sürdürüyor. Osmanlı döneminden başlayarak toplumsal dokumuzun önemli bir parçası olan bohçacılık, kadın girişimciliğinin en köklü örneklerinden biri olarak tarihimizde yer alıyor. Dijital dönüşümle birlikte geleneksel bohçacılık pratiği, e-ticaret platformları ve sosyal medya üzerinden yeni bir boyut kazandı. Bu değişim sürecinde mesleğin özünü oluşturan güven temelli ilişkiler ve kişiselleştirilmiş hizmet anlayışı korunurken, modern pazarlama teknikleriyle bütünleşme sağlandı. Biz bohçacılık geleneğinin, sadece bir ticaret biçimi değil, aynı zamanda toplumsal iletişimin ve kültürel alışverişin önemli bir aracı olduğunu görüyoruz. Sürdürülebilir iş modelleriyle desteklenen bu gelenek, kültürel mirasımızın canlı bir parçası olarak gelecek nesillere aktarılmaya devam ediyor. Referanslar [1] - https://www.researchgate.net/publication/349677905_TANZIMAT'TAN_CUMHURIYET'E_TURK_ROMANINDA_KADIN-ERKEK_ILETISIMINDE_BOHCACI_KADININ_ROLU[2] - https://kasaum.ankara.edu.tr/wp-content/uploads/sites/34/2020/06/ayten-alkan_Yerel_Politikada_Kadin.pdf[3] - https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1486770[4] - https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/2455326[5] - https://www.marketingturkiye.com.tr/haberler/kadinlar-ekonomik-bagimsizlik-istiyor/[6] - http://pressacademia.org/archives/jefa/v3/i2/3.pdf[7] - https://digipeak.org/tr/blog/pazarlama-stratejisi-nedir[8] - https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1001349[9] - https://dergipark.org.tr/tr/pub/akrajournal/article/869892[10] - https://www.medyarota.com/haber/10412955/kaybolan-meslekler-bohcacilik[11] - https://ka-der.org.tr/wp-content/uploads/2020/12/Ülkemizde-Kadınların-Siyasal-Hayata-Katılım-Mücadelesi.pdf[12] - https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/ticaret-kanunu-ataturk-donemi/[13] - http://nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/21033.pdf[14] - https://www.ticimax.com/blog/modern-pazarlama-yontemleri[15] - https://www5.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/MM__/d02/c035/mm__02035075ss0849.pdf[16] - https://www.researchgate.net/publication/349849677_Dijital_Cagda_Yeni_Bir_Girisimcilik_Yaklasimi_Dijital_Girisimcilik[17] - https://www.bohca.com.tr/hakkimizda[18] - https://www.kugupastaneleri.com/urun/gelin-bohcasi[19] - https://www.unesco.org.tr/Pages/126/123/UNESCO-Somut-Olmayan-Kültürel-Miras-Listeleri[20] - https://cimsa.com.tr/surdurulebilirlik/surdurulebilir-is-modelleri/[21] - https://www.researchgate.net/publication/365736369_Surdurulebilir_Tekstiller_Kapsaminda_Evsel_Organik_Atiklarla_Bojagi-Jogakbo'nun_Yeniden_YorumlanmasiRedesign_of_Bojagi-Jogakbo_with_Domestic_Organic_Waste_in_the_Context_of_Sustainable_Textiles[22] - https://www.kulturelmiras.org/mirasa-bakis/miras-tanimlari-ve-kategoriler
Boğçacı Kadınlar: Gelenekten Moderniteye Yolculuk content media
0
0
10
vasilis klimantakis
12 Şub 2024
In Yurt Dışı Gezileri
Eros adası, küçük boyutuna ve sakinlerinin azlığına rağmen, uygun bir şekilde Eros olarak adlandırılan antik aşk tanrısına saygı göstermeyi başarmıştır. Kristal berraklığındaki sular kenarında pitoresk bir ortamda yeminlerini değiştirmek isteyenler için aranan bir yer haline gelmiştir. Eros Adası: Sevgililer Günü'nde Aşkın Keşfi Sevgililer Günü için mükemmel bir kaçamak arayışındaysanız, "Eros Adası" tam size göre. Küçük boyutuna ve sakinlerinin azlığına rağmen, antik aşk tanrısı Eros'a adanan bu ada, kristal berraklığındaki suları ve pitoresk ortamıyla yeminlerinizi değiştirmek isteyen çiftler için aranan bir yer haline gelmiştir. Eros Adası'nın kalbe benzer şekli ve Saronik Körfezi'ndeki konumu, onu sadece bir turistik cazibe merkezi değil, aynı zamanda aşkı simgeleyen bir ikon haline getirmiştir. Poros kasabasından yalnızca 45 dakikada ulaşılabilen bu ada, kumlu kıyıları ve yemyeşil çam ormanlarıyla doğanın kucağında romantik bir kaçamak sunuyor. Raporlara göre, ada yukarıdan bakıldığında kalbe benzer bir şekle sahiptir. Poros'un batı bölgesinin karşısında, Saronik Körfezi'nde bulunabilir. Kumlu bir kıyı şeridine ve yemyeşil bir çam ormanına sahiptir. Poros kasabasından bölgeye olan mesafe yaklaşık 45 dakikadır, ancak Neorio'dan da erişilebilir. Eros Adası: Antik Aşk Tanrısına Saygı, Eros adası, kristal berraklığındaki sular kenarında yeminlerini değiştirmek isteyenler için aranan bir yer haline gelmiştir. Ada, tarihi ve efsaneleriyle ziyaretçilerine benzersiz bir deneyim sunmaktadır. Düğün veya vaftiz töreni için ideal bir mekandır. Eros Adası'nın Tarihi ve Mitolojik Önemi Ada, tarih boyunca pek çok önemli olaya tanıklık etmiş. "Orlovika" olarak da bilinen Rus Donanma İstasyonu'nun 1770 yılındaki hikayesi, adanın zengin tarihini ve kültürel mirasını vurguluyor. 1830 yılında Yunan devletinin kurulmasından sonra bile Rusların elinde kalmış olan ada, 1900 yılına kadar Rus bekçiler tarafından korunmuştur. Efsanelere göre, Osmanlı döneminde Agia Anna adlı küçük bir kiliseye bağlı gizli bir okulun varlığı söylenir, ancak bu iddiayı destekleyecek tarihsel bir kanıt bulunmamaktadır. Yine de, adanın mitolojik ve tarihi zenginliği, ziyaretçiler için büyüleyici bir hikaye örgüsü sunar. Körfezin, Rus Donanma İstasyonu olarak bilinen ve 1770 yılında Alexis Orlov liderliğinde bir Rus filo filosu olan "Orlovika "nın geldiği dönemde ortaya çıkan benzersiz bir lakabı vardır. Amaçları Yunanlıları Osmanlı İmparatorluğu'na karşı isyana teşvik etmekti. Orlov Amiralliği'nin kuruluşu, depolar, fırın ve mutfak gibi yapıları ve ek binaları içeren bu yerde gerçekleşti. Mülk, 1830 yılında Yunan devletinin kurulmasından sonra bile Rusların elinde kalmıştır. Ruslar 1900 yılına kadar ücretli bir bekçi çalıştırmaya devam etmiş, bu tarihte de arazinin mülkiyetini devretmeyi kabul etmişlerdir. Poros'un batı bölgesinde bulunan adaya sadece tekneyle ulaşılabilmektedir. Rus Donanma İstasyonu'nun bulunduğu körfezin karşısında yer alan bu küçük ada, yüz yılı aşkın bir süredir hem yerel halk hem de resmi kayıtlar tarafından Daskalio olarak anılmaktadır. Osmanlı döneminde bir söylentiye göre, Agia Anna adlı küçük kiliseye bağlı gizli bir okul varmış. Bununla birlikte, böyle bir iddiayı destekleyecek hiçbir tarihsel kanıt bulunmamaktadır. Bu nedenle, Yunanistan'da birden fazla adacıkta bu ismin bulunması nedeniyle, Venediklilerin haritalarında resif ve adacıkların varlığını belirtmek için kullandıkları İtalyanca "scoglio" teriminin değiştirilmesinin bir sonucu olması muhtemeldir. Eros Adası'nın Modern Çağdaki Yeniden Keşfi Son yıllarda, Eros Adası ulusal ve uluslararası ziyaretçilerin ilgisini çekmeyi başarmıştır. Costas Simitis'in başbakanlığı döneminde, 2002 yılında Ulusal Turizm Örgütü tarafından resmi olarak benimsenen "Eros" takma adı, adanın düğün ve vaftiz törenleri için popüler bir destinasyon haline gelmesine yardımcı olmuştur. Eros Adası'nda evlenmek veya bir vaftiz töreni düzenlemek isteyenler, Poros limanından kolayca ulaşım sağlayabilir ve bu özel günlerini doğanın ve tarihin eşsiz manzarası eşliğinde kutlayabilirler. Tavsiye edilen, bir Poros etkinlik organizatörü ile koordinasyon kurarak, katılımcıların adaya ulaşımını kolaylaştırmaktır. Bununla birlikte, bölgesel gelenekte devam eden farklı bir hikaye de göz ardı edilmemelidir. 1821'deki Yunan Devrimi'nden önce Francesca adında bir rahibe bölgede ikamet ediyor ve genç kızlara dokuma eğitimi veriyordu. 19. yüzyılda bölge sakinleri tarafından "Panagitsa" olarak bilinen bir şapel inşa edilmiştir. Bu kuruluş Meryem Ana'nın vefatının anılmasına adanmıştır. Eros'un ünü, diğer ülkelere tanıtan bir tanıtım kampanyasıyla kazanıldı. Bunun nedeni olarak da düğünlerde ve daha sonra da vaftiz törenlerinde hem yerli Rumlar hem de bölgeye gelen yabancı ziyaretçiler tarafından kullanılması gösterilmektedir. Geçtiğimiz birkaç yıl içinde adacığın ünü önemli ölçüde artmıştır. Belirtilmesi gereken önemli bir nokta da Daskalio'nun reklam kampanyasından önce de ün kazanmış olmasıdır. 1960 yılında yönetmen Roviros Manthoulis, başrolünde Georgia Vassiliadou'nun oynadığı "The Lady Mayor" adlı komedi filmini adacıkta çekmiştir. Buna ek olarak, mülkiyet durumuyla ilgili ayırt edici bir yönü vardır. Panagitsa kilisesi, Agios Konstantinos & Eleni cemaatinin yetkisi altındadır ve bu cemaat aracılığıyla faaliyet gösterebilmektedir. Öte yandan adacığın mülkiyeti, eski bir cumhurbaşkanı olan merhum Miltiadis Evert'in eşi Lisa Vanderpool'a aittir. Şu anda adaya ulaşmanın tek yolu tekne kullanmaktır. Bu, oteliniz aracılığıyla veya Poros limanından hareket ederek ayarlanabilir. Bu hizmetin ücreti kişi başı 3 avrodur. Düğününüzü veya vaftiz töreninizi bu bölgede yapmayı tercih ederseniz, bir Poros etkinlik organizatörü ile koordinasyon kurmanız tavsiye edilir. Gerekli uzmanlığa sahiptirler ve katılımcılarınızın Eros'a ve Eros'tan ulaşımını üstleneceklerdir. Sonuç: Eros Adası'nda Aşkı Yaşayın Sevgililer Günü'nde aşkı yeniden keşfetmek isteyen çiftler için Eros Adası, eşsiz güzellikteki doğası, zengin tarihi ve mitolojik hikayeleriyle unutulmaz anlar yaşatacak bir destinasyondur. Eğer siz de bu özel günü benzersiz bir yerde kutlamak istiyorsanız, Eros Adası sizin için mükemmel bir seçenek olabilir.
Sevgililer Günü'nde Efsanevi Aşkın Peşinde: Eros Adası'na Yolculuk content media
0
0
48
vasilis klimantakis
28 Oca 2024
In Yurt Dışı Gezileri
Uygun fiyatlı ve çeşitli aktiviteleriyle Karpathos, cennette huzurlu bir inziva arayan gezginler için eşsiz ve unutulmaz bir deneyim sunuyor. El değmemiş plajları ve geleneksel köyleriyle tanınan bu gizli mücevher, sakin atmosferi ve zengin tarihi mirasıyla dikkat çekiyor. Ege Denizi'nde küçük bir Yunan adası olan Karpathos, yaklaşan seyahat sezonu için en iyi destinasyonlardan biri olarak ortaya çıkarken uluslararası medyanın ilgisini hızla kazanıyor. Rodos ve Girit arasında yer alan bu güzel ada, kristal berraklığındaki turkuaz suları, pitoresk plajları ve büyüleyici geleneksel köyleriyle tanınıyor. El değmemiş doğal güzelliği ve otantik Yunan kültürüyle Karpathos, dünyanın dört bir yanından gelen gezginlerin kalbini fethediyor. diğer popüler turistik yerlerden ayıran şey bozulmamış doğası ve sakin atmosferidir. Daha kalabalık ve ticarileşmiş bazı Yunan adalarının aksine, Karpathos özgünlüğünü ve cazibesini korumayı başarmıştır. Ziyaretçiler gizli koyları keşfedebilir, engebeli dağlarda yürüyüş yapabilir ve geleneksel beyaz badanalı evlerle kaplı dar sokaklarda dolaşabilirler. Adanın el değmemiş manzaraları ve bozulmamış plajları, şehir hayatının koşuşturmasından uzakta dinlendirici bir tatil arayanlar için huzurlu bir kaçış sunmaktadır. Uluslararası medya Karpathos'un cazibesini fark etti. Seyahat dergileri, web siteleri ve bloglar Akdeniz'in bu gizli mücevheriyle ilgili makale ve yazılarla dolup taşıyor. Adanın çarpıcı plajları hakkındaki övgü dolu yorumlardan en iyi yerel tavernalar için tavsiyelere kadar, Karpathos doğal güzelliği ve sıcak misafirperverliği ile hak ettiği takdiri görüyor. Sonuç olarak, giderek daha fazla gezgin Karpathos'u ölmeden önce yapılacaklar listelerine ekliyor ve bu büyüleyici adanın sunduğu her şeyi deneyimlemek için seyahatlerini planlıyor. Karpathos'un artan popülaritesine katkıda bulunan bir diğer faktör de uygun fiyatlı olmasıdır. Konaklama, yemek seçenekleri ve aktiviteler için rekabetçi fiyatlarla ziyaretçiler, bankayı bozmadan unutulmaz bir tatilin tadını çıkarabilirler. Bu da Karpathos'u, yüksek fiyat etiketi olmadan Yunanistan'ın güzelliğini deneyimlemek isteyen bütçe bilincine sahip gezginler için cazip bir destinasyon haline getirmektedir. Doğal güzelliği ve uygun fiyatının yanı sıra Karpathos, ziyaretçilerin keyif alabileceği bir dizi aktivite ve cazibe merkezi de sunmaktadır. İster Afiarti Plajı'nın kristal berraklığındaki sularında rüzgar sörfü yapmak, ister Vrykounta arkeolojik alanındaki antik kalıntıları keşfetmek ya da yerel bir tavernada geleneksel Yunan mutfağının tadını çıkarmak olsun, bu büyüleyici adada herkes için bir şeyler vardır. Karpathos'un zengin tarihi ve kültürel mirası, gezginlerin kendilerini yerel gelenek ve göreneklere kaptırmaları, kalıcı anılar yaratmaları ve kültürünü daha derinden takdir etmeleri için de fırsatlar sunmaktadır. Karpathos uluslararası medyanın ilgisini çekmeye devam ederken, önümüzdeki seyahat sezonu için en iyi destinasyonlardan biri olmaya hazırlanıyor. El değmemiş doğal güzelliği, uygun fiyatı ve çeşitli aktiviteleriyle bu Yunan adası, cennette huzurlu bir inziva arayan gezginler için eşsiz ve unutulmaz bir deneyim sunuyor. İster el değmemiş plajlarda dinlenmek ister Yunan kültürüne dalmak isteyin, Karpathos'ta her şey var. Öyleyse çantalarınızı hazırlayın ve sır ortaya çıkmadan önce bu gizli mücevheri keşfetmeye hazırlanın!
Karpathos: El Değmemiş Doğal Güzelliği ve Otantik Yunan Kültürü, content media
0
0
90
vasilis klimantakis
18 Oca 2024
In GeziBahçe
Yunan Adaları Tatil Rehberi: Vize, Konaklama ve Ulaşım Bilgileri Yunan adalarını ziyaret etmeyi düşünen Türk tatilciler için vize, konaklama, ulaşım ve fiyatlar hakkında kapsamlı bilgiler içeren rehber. Adalardaki tatil maliyetleri ve avantajları hakkında detaylı bilgiler bulunmaktadır. Türk tarafından gelen bir habere göre, Yunan adalarına varışta 7 gün geçerli vize ile seyahat imkanı tanıyan anlaşma, aynı ülkeden gelen turist sayısını artırdı. Anlaşma kapsamındaki 10 adada konaklama ve tatil masrafları yaklaşık 10.000 TL'den başlıyor. Yunan adalarını ziyaret edecek Türk vatandaşlarına 7 günlük vize muafiyetinin açıklanmasıyla birlikte akla gelen ilk soru şu oluyor: "Bugün bu tatile çıkmak ne kadara mal olacak?". Türkiye ve Yunanistan aynı denizin iki yakası... Mikonos, Santorini, Rodos, Midilli, Girit... Aynı kültür, aynı deniz ve aynı hava ile Anadolu kıyılarını andıran ve bir sayfiye yeri kıvamında olan bu adalar, 2020'li yıllara kadar yerli tatilcilerin gözde destinasyonlarıydı. Döviz kurlarındaki hızlı artış ve Avrupa ülkelerine vize almakta yaşanan zorluklar nedeniyle ülkemizden seyahat edenler son yıllarda yerel turizm merkezlerine yönelmişlerdir. Yunanistan'a ait 10 adaya vize ile girişe izin veren yeni karar, adaları tatil planları için daha popüler bir seçenek haline getirdi. Artık tatilciler için uygun fiyatlı bir tatil planı bulmak geçmişe kıyasla çok daha önemli. Ancak, denizin her iki yakasında tatil deneyimi olan kişilere göre, Yunanistan sınırındaki tatiller, para birimi farkına rağmen Halikarnas, Çeşme ve Kaş gibi popüler tatil beldelerinden daha uygun fiyatlı. İstanbul'da satış ve pazarlama uzmanı olarak çalışan Gizem Temel Erin'e göre Yunan adalarında tatil yapmak, Türkiye'de birden fazla koya seyahat etmekten daha ucuz. "Tatiller daha uygun fiyatlı" Avronun Türk lirasına kıyasla yüksek değerine rağmen Alacarnassus'a gitmek yerine adalarda bütçe dostu tatiller yapmak mümkün. Yaklaşık 15.000 liraya güzel bir tatilin tadını çıkarabilirsiniz. Mikonos ve Santorini pahalı adalar iken Taşoz, Rodos ve Girit daha uygun fiyatlı seçenekler. Türkiye, özellikle Ege ve Akdeniz kıyıları boyunca çok sayıda güzel koya sahiptir. Tatil için Çanakkale Boğazı koylarına gidersin. Kıyıda bir yerde kamp yeri için yüksek sezonluk kiralar ödersin. Bir tavernada bir masa 5 bin liradan 8 bin liraya kadar çıkıyor. Türkler buraya sık geldiği için fiyatları sürekli artırıyorlar. Turistik merkezlerde böyle bir durum yaygın. Adalardaki fiyat artışları, Çanakkale kıyılarının aksine arza bağlı değildir. Tüm kanıtları göz önünde bulundurduktan sonra, sahil yerine adaları tercih etmenin daha düşük maliyetle tatil yapmamızı sağlayacağı sonucuna vardım. Tavernalarda güvenilir hizmet personel tarafından sağlanmaktadır. Adaların çoğu, özellikle etkileyici veya gürültülü olmadıkları için Ayvalık'a benzer. Hoş bir tatil köyü atmosferi sunarlar ve döviz kurlarındaki farka rağmen konaklama fiyatları makuldür. Örnek olarak, Thassos'ta iki kişilik bir konaklama günlük 25 avroya mal olmaktadır. Taverna yemekleri lezzetlidir ve çok çeşitlidir. Kabak, midye, kalamar, karides... Porsiyonlar büyük, lezzetli ve doyurucu. Özellikle deniz ürünleri muazzamdı. Geleneksel içecekleri uzo ya da başka bir içecek içebilirsiniz. Daha pahalı olan adada iki kişi için 40 Euro ödüyorsunuz ve masadan kalkıyorsunuz. Fiyatları makul olan adalarda ise 20 avro ödüyorsunuz. Türkiye'de özellikle popüler tatil bölgelerinde gece dışarı çıkmak daha pahalı. Kaş'ta yazın tavernaya gittiğimizde 4 bin liraya yakın hesap ödedik. Fişe bakıyorsunuz, servis ücreti, kapak ücreti ve daha bir sürü ücret ekliyorlar. Teklif: Deponuzu doldurmak için Türkiye'den yakıt alın! Adalarda benzin fiyatları Türkiye'ye kıyasla daha yüksektir. Ancak Türkiye'de aracın deposunu benzinle doldurmak adadaki tatiliniz süresince yeterli olacaktır. Orada tekrar doldurmaya gerek yoktur. Türkiye'den benzin alanlar daha ucuza alabiliyor ve ek masraftan kurtuluyor. Ulaşım rahat. Biz kendi aracımızla gemiye bindik. Şu anki bilet fiyatı gidiş-dönüş için 80 Euro. Tüm adayı dolaştık ve arabada dolu bir depo benzinle döndük. İstanbul'dan Bodrum'a tek depo ile gidip gelemezdik. Adalar büyük ve dik yamaçlı olduğu için yürüyerek keşfetmek zor. Motosiklet kiralanabiliyor. Kendi arabalarıyla gelen ya da araba veya ATV kiralayan tatilciler de var. Toplu taşıma da alternatif bir çözümdür. Ancak bazen çok yoğun olabiliyor ve yer kalmıyor. Yunan turizminde spekülatif amaçlar yoktur Genel olarak Yunanlılar çok çalışmaktan hoşlanmazlar. Sonuç olarak, adalarda turizm özellikle kârlı değildir. Önünüzde ısrarcı satış görevlileri ya da ani atlayanlar yoktur. Bir ev kiralarsınız ve alışverişinizi kendiniz yaparsınız. Kendiniz pişirip kendiniz yiyebilirsiniz. Bu bölgedeki plajlar oldukça büyüktür ve genellikle giriş ücreti yoktur. Ancak ziyaretçilerin belli bir miktar para harcaması beklenmektedir. Bazı plajlarda şemsiye ve şezlong kiralamak için 25 Avro ücret alınmaktadır. Ayrıca, her plajın bir bölümü halkın kullanımına ayrılmıştır. Hiçbir plaj veya otel adresi özel bir işletme olduğunu iddia edip plajı halka kapatamaz. Özel bir plaja gidip havlunuzu serip denizi ücretsiz kullanmak çok kolay. "Oraya gidenlerin hiçbir şey kiralamasına gerek yok." Güney bölgelerimizde birçok plajda mafya varlığı söz konusudur.Kaş, Kemer, Alanya ve Halikarnas gibi güney bölgelerde, sit alanı statüsü nedeniyle çivi bile çakılamayan koylarda oteller ve özel plajlar demir platformlara bağlanmıştır. Kaçak inanılmaz derecede artmakta ve mafya birçok plaja yayılmaktadır. Vatandaşların bu plajlara giriş hakkı anayasal bir hak olmasına rağmen, girişteki görevliler plajları kontrol etmekte ve ziyaretçileri araçlarını park görevlilerine teslim etmeye zorlamaktadır. Aştığınız anda müdür karşınıza dikiliyor, evcil hayvanınızla giremiyorsunuz, şezlong ve şemsiyeler için fahiş bir miktar ödüyorsunuz ve ayrıca belirli bir miktar harcama zorunluluğu ile karşı karşıya kalıyorsunuz. Bu uygulamalara karşı çıkışınızı, plajların korunan doğal alanların bir parçası olduğunu ve halka ait olduğunu söyleyerek yeniden çerçevelendirirseniz, sonuçlarına katlanma riskiyle karşı karşıya kalırsınız. Bence adalardaki tatillerin en belirgin farkı bu. Plaj ziyaretçileri ücretsiz olarak denize girebiliyor. Kurallar çok açık, cezalar ağır ve uygulanıyor. Hükümet yasadışı uygulamaların da önüne geçiyor. 'Kuyruklara hazırlıklı olun' Kapıda vize ücreti her seferinde kişi başı 120-200 avro arasında ödenecek. En son normal vize için başvurduğumda 100 Euro idi ve uzun bir süre içindi. Adalara giriş artık daha pahalı ve daha zor. Büyük insan kalabalıkları kuyruklar oluşturuyor ve yavaşlatıyor. Özellikle hafta sonları çok fazla insan oluyor ve girişlerin erken yapılması gerekiyor. Örneğin, feribot sabah 9'da kalkıyorsa, birkaç saat önce orada olmanız gerekir. Bir tatil planlıyorsanız, ulaşım biletleri, otel rezervasyonları ve restoran rezervasyonları gibi her şeyi önceden ayırtmanız çok önemlidir. Adalara kapıda vize ile giriş yapabilmek için feribot kullanmanız gerekecektir. Bu nedenle Mikonos gibi uzak adalara kapıda vize ile gitmek mümkün değildir. Konaklama ücretleri konuma göre değişmekle birlikte, çift kişilik bir otel odası için ortalama maliyet 150 - 200 avro arasındadır. Şu anda Çeşme, Alaçatı, Kaş ve Bodrum pahalı destinasyonlar olarak kabul edilmektedir. Yunan adaları daha fazla kolaylık sunar. Akdeniz ve Ege'ye seyahat etmekten daha kolay bir şekilde ziyaret edebileceğiniz lezzetli deniz ürünleri ile güzel bölgelerin tadını çıkarabilirsiniz. Bir ay önce Selanik yaptığım ziyaret sırasında çok makul bir fiyat politikası buldum. Bu politika Santorini adası için de geçerli. Ziyaret ettiğimiz restoranlardan bir örnek vermek istiyorum. Bir restoranda 800 gram et için 25 avro ödedim. Meyhanede 2 ahtapot, kalamar, salata ve 4 bira için ödediğim toplam tutar 27 avro, yani yaklaşık 900 lira. Türkiye'de bu masada sadece biralara 600 lira ödüyoruz ve bir meyhaneden 5.000 liranın altında bir hesapla çıkamıyoruz. Adalarda çok lüks bir restorana gittiğinizde 100 ila 200 avro arasında hesap ödeyebilirsiniz ama tek alternatif pahalı menüler değil. 'Popüler bir plajda 4-5 avroya kokteyller' Yunanlılar için hayat akşam saatlerinde başlar ve eğlencenin akşam saatlerinde başladığı bazı adalarda günün ilk ışıklarına kadar devam eder. Ancak, adalarda deniz turizmini teşvik edecek uzun süreli gece hayatı veya partiler bulunmamaktadır. Yunanistan'da plajlar halka aittir. Sonuç olarak, her özel plaj işletmesi halka yer açmak zorundadır. Halkın bir üyesi, herhangi bir işletme maliyetine katlanmadan denize ve plaja girebilir ve tadını çıkarabilir. Plaja gittiğimde şezlong ve şemsiye için kişi başı 25 Euro, iki kişi için ise 50 Euro ödedim. Çeşme'de bir plaja girdiğinizde çok yüksek rakamlardan bahsediliyor. Çeşme'nin en popüler plajlarından birini Mikonos'taki aynı büyüklükteki bir plajla karşılaştırdığımda, ödediğiniz ücrette kesinlikle büyük bir fark var. 'Mikonos'ta içtiğim kokteyller 4-5 avroydu, bizim popüler plajlarımızda 500 liradan aşağı kokteyl yok.' Vize ücreti 120 ila 200 Avro arasında değişmektedir. Yedi günlük kalış için yapılan vize başvurusu da geçen hafta Avrupa Birliği Komisyonu tarafından onaylandı. Rodos, İstanköy, Sisam, Sakız, Meis, Sömbeki, Leros, Limni, Midilli ve Kalimnos adalarını yedi gün süreyle ziyaret edebilirsiniz. Halihazırda, aracı kurumun hizmet bedeli de dahil olmak üzere vize ücreti 120-200 avro arasında değişmektedir. #YunanAdaları #TürkiyeYunanistanTurizmi #VizeKolaylıkları #EgeDeniziKeşfi #YunanistanPlajları #AkdenizTatilleri #KültürelSeyahat
Denizin Diğer Tarafında Tatil Yapmak: Türk Turistler Neden Yunan Adalarını Ziyaret Etmeyi Tercih Ediyor? content media
0
0
248
vasilis klimantakis
15 Oca 2024
In Yurt Dışı Gezileri
Huzur ve rahatlama arayışında olanlar için, bu Yunan bölgesinin güneşle ıslanan plajları sakin bir kaçış sağlar. Yunanistan anakarasının doğu tarafında yer alan büyüleyici Pelion yarımadası, daha iyi bilinen benzerleri Skiathos ve Skopelos tarafından gölgede bırakılan gizli bir mücevherdir. Yoğun tatil köyleri ve büyük turist kalabalığını çeken çekici plajlarıyla bilinen diğer iki adayla karşılaştırıldığında Pelion, tüm koşuşturma olmadan Yunan güzelliğinin gerçek özünü deneyimlemek için sakin bir sığınak sağlar. Pelion ülkedeki en iyi plajlardan bazılarına sahiptir, ancak komşu tatil yerlerini ziyaret eden turist akınına uğramadığı için hala sakin atmosferini korumaktadır. Kıyı manzaraları, bol ormanlarla bezenmiş dağlık manzara ile zenginleştirilmiştir. Bu saklı cennet, tepelerde yer alan antik manastırların ve manzaraya dağılmış rustik taş evlerin varlığıyla tarihi ve cazibeli bir dokunuşla zenginleştirilmiştir. Bölgenin özel, güneşle ıslanan kumlu sahilleri, huzur ve sakinlik arayışında olan bireyler için sakin bir kaçış sağlamaktadır. Her biri kendine özgü bir cazibeye ve samimi bir ortama sahip olan yakınlardaki keyifli kasabaları keşfetmek için kıvrımlı sahil yolları boyunca rahat bir yolculuğa çıkın. Pelion bölgesi, yerel restoranları ve barlarıyla gerçek bir Yunan misafirperverliği deneyimi sunarak ziyaretçilerin bölgenin özünü tamamen benimsemesine olanak tanır. Pelion'daki işletmeler, Skiathos ve Skopelos'taki daha ticarileşmiş sahnelerin aksine, yerel kültürün derinliklerine kök salmış otantik bir deneyim sunmaktadır. Sadece çevreden temin edilen taze malzemelerin kullanıldığı geleneksel yemekler servis etmektedirler. TripAdvisor'daki bir yorumcuya göre Pelion, türünün tek örneği ve unutulmaz bir deneyim sunuyor. Bir Yunan kafe sahibinin tavsiyesi üzerine Pelion'u ziyaret etmeye karar verdim ve Yunanistan'ın bu gizli mücevheri karşısında hoş bir sürpriz yaşadım. Atina'dan yolculuk genellikle 3-4 saat sürüyor ve paralı yol verimli. Eylül ayındaki ziyaretim sırasında yarımadanın yemyeşil doğasına hayran kaldım. Günlerim ormanları keşfederek, şelalelere ve derelere hayran kalarak geçirdim. Ağaçlarla bezenmiş engebeli dağlar, zarif bir şekilde pitoresk plajlara ve tenha koylara doğru eğimlidir. Diğer turistik noktaların aksine Pelion aşırı kalabalık değildi, bu da otantik Yunan misafirperverliğini tam olarak deneyimlememize ve lezzetli yerel mutfağın tadını çıkarmama olanak sağladı. Pelion, çağdaş turizmin hızlı temposuna uygun bir yer değildir. Bunun yerine, gençleştirici bir inziva arayanlara sesleniyor. Bu huzurlu yerde zaman yavaşlar ve ziyaretçilerin kendilerini doğaya ve gerçek deneyimlere kaptırarak ruhlarını yenilemeleri için bir fırsat sunar. Skiathos ve Skopelos seyahat broşürlerinde popüler seçenekler olsa da Pelion, Yunanistan'da gizli bir hazine arayışında olan seçici gezginleri sabırla beklemektedir. #pelionpeninsula #pelionpeninsulasplendors #pelionpeninsular #greece #greeceislands #greecetravel #beaches #beachesnresorts #beachesofindia #greekparadise #greekparadise💙 #greekparadise🇬🇷☀️💦💙 #beachlife #beachlifestyle #beachlife🌴 #hiddentreasures
Komşu adalarına kıyasla Yunanistan'ın daha az ziyaret edilen büyüleyici köşesi content media
0
0
61
vasilis klimantakis
20 Ara 2023
In Nehir Gemisi Noel Pazarı
0
0
8
vasilis klimantakis
07 Ara 2023
In Yurt Dışı Gezileri
Zengin tarihi, kültürel mirası ve pitoresk manzaralarıyla ünlü Almanya, Noel pazarlarının büyüleyici cazibesiyle bayram mevsiminde canlanıyor. Her yıl dünyanın dört bir yanından milyonlarca ziyaretçi Almanya'nın büyülü atmosferine, canlı şenliklerine ve sıcak şarap ile zencefilli ekmeğin dayanılmaz aromalarına kendilerini kaptırmak için bu ülkeye akın ediyor. Bu kapsamlı rehberde, 2023 yılında Almanya'daki Noel pazarlarının büyüleyici cazibesini keşfedeceğiz. Münih'teki geleneksel pazarlardan Nürnberg'in masalsı harikalar diyarına kadar, gelin bir keşif ve neşe yolculuğuna çıkalım. Noel Pazarlarının Büyüsü Almanca'da "Weihnachtsmärkte" olarak da bilinen Noel pazarlarının geçmişi Geç Orta Çağ'a kadar uzanmaktadır. Başlangıçta bu pazarlar, tüccarların soğuk kış aylarında yerel halka mal ve malzeme sattıkları bir yer olarak hizmet vermiştir. Zamanla bu pazarlar ticaret, topluluk ve festival ruhunu harmanlayan değerli bir geleneğe dönüşmüştür. Günümüzde Noel pazarları Alman kültürünün ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir ve büyüleyici tezgahları, parıldayan ışıkları ve çok çeşitli geleneksel el sanatları, lezzetler ve eğlenceleriyle ziyaretçilere benzersiz bir deneyim sunmaktadır. 2023'ün Noel Pazarı Takviminin Açılışı 2023'te Noel pazarlarının büyüsünü yaşamak için Almanya'ya yapacağınız ziyareti heyecanla planlıyor musunuz? En ünlü pazarlardan bazıları için beklenen tarihleri inceleyelim: Münih Noel Pazarı Tarihler 27 Kasım - 24 Aralık 2023 Konum: Marienplatz, Münih Münih Noel Pazarı Nürnberg Christkindlesmarkt Tarihler 24 Kasım - 24 Aralık 2023 Konum: Hauptmarkt, Nürnberg Nürnberg Christkindlesmarkt Köln Noel Pazarı Tarihler 21 Kasım - 23 Aralık 2023 Konum: Köln Katedrali, Köln Köln Noel Pazarı Dresden Striezelmarkt Tarihler 29 Kasım - 24 Aralık 2023 Konum Altmarkt Meydanı, Dresden Dresden Striezelmarkt Berlin Noel Pazarı Tarihler 27 Kasım - 31 Aralık 2023 Konum: Gendarmenmarkt, Berlin Berlin Noel Pazarı Bu tarihlerin değişebileceğini ve en güncel bilgiler için her zaman resmi web sitelerini kontrol etmenizin tavsiye edildiğini lütfen unutmayın. Sıkça Sorulan Sorular (SSS) S1: Alman Noel pazarlarında ne bulmayı bekleyebilirim? Alman Noel pazarlarında, aşağıdakiler de dahil olmak üzere bir dizi lezzet bulmayı bekleyebilirsiniz: El yapımı süs eşyaları ve hediyeler Geleneksel ahşap oyuncaklar Zencefilli kurabiye, kavrulmuş kestane ve Stollen (kuru meyveli tatlı ekmek) gibi lezzetli ikramlar Sıcak baharatlı bir şarap olan Glühwein ve diğer bayram içecekleri Canlı müzik ve performanslar S2: Almanya'daki Noel pazarları kalabalık mıdır? Evet, özellikle yoğun saatlerde ve hafta sonları Almanya'daki Noel pazarları oldukça kalabalık olabilir. Kalabalıktan kaçınmak için ziyaretinizi hafta içi planlamanız veya günün erken saatlerinde gelmeniz tavsiye edilir. S3: Almanya'daki Noel pazarlarına nasıl ulaşabilirim? Almanya, Noel pazarlarına ulaşmayı kolaylaştıran kapsamlı bir toplu taşıma sistemine sahiptir. Trenler, otobüsler ve tramvaylar genellikle pazar yerlerine doğrudan bağlantılara sahiptir. En uygun rotalar için yerel ulaşım web sitelerini veya uygulamalarını kontrol etmeniz önerilir. S4: Noel pazarlarında özel etkinlikler veya atraksiyonlar var mı? Evet, Almanya'daki birçok Noel pazarı özel etkinlikler ve atraksiyonlar sunmaktadır, örneğin: Doğuş sahneleri ve Noel hikayelerini tasvir eden canlı performanslar Buz pateni pistleri Noel şarkısı konserleri Dönme dolaplar ve diğer eğlence araçları Noel Baba gösterileri ve fotoğraf fırsatları S5: Alman Noel pazarlarını ziyaret ederken dikkat edilmesi gereken belirli gelenek veya görenekler var mı? Alman Noel pazarlarını ziyaret ederken şunları yapmak gelenekseldir: Başta Glühwein (sıcak şarap) ve Lebkuchen (zencefilli kurabiye) olmak üzere yerel lezzetleri denemek Tezgâhtarlarla etkileşime geçin ve zanaatları hakkında bilgi edinin - Tüm tezgâhları keşfetmek ve festival atmosferinin tadını çıkarmak için zaman ayırın Yerel gelenek ve göreneklere saygılı olun Kalabalık alanlarda eşyalarınıza göz kulak olun Bağış ruhunu benimseyin ve yerel esnaf ve zanaatkârlardan ürün satın almayı düşünün Sonuç 2023'te kendinizi Alman Noel pazarlarının büyüleyici dünyasına bırakın ve unutulmaz anılar yaratın. Sıcak şarap ve zencefilli ekmeğin enfes aromalarından parıldayan ışıklara ve şenlikli ortama kadar bu pazarlar gerçekten büyülü bir deneyim sunuyor. İster Münih'in hareketli sokaklarında dolaşmayı seçin, ister kendinizi Nürnberg'in masalsı harikalar diyarına bırakın, Almanya'daki Noel pazarlarının duyularınızı büyüleyeceğinden ve kalbinizi neşeyle dolduracağından emin olabilirsiniz. Takvimlerinizi işaretleyin, ziyaretinizi planlayın ve Avrupa'nın kalbinde bir mucize ve büyülü yolculuğuna çıkmaya hazırlanın.
Almanya Noel pazarları ne zaman kurulur 2023 content media
0
0
201
vasilis klimantakis
20 Kas 2023
In Yurt Dışı Gezileri
Naxos Gezi Rehberi Graviera Naxou Yunan Peynirlerinin keyifli dünyası! Tat ve doku çeşitliliği büyüleyicidir ve aralarında gerçekten öne çıkan bir peynir Graviera Naxou'dur. Yüzyılı aşkın bir geçmişe sahip olan bu peynir, Kiklad Adaları'ndaki büyüleyici Naxos Adası'nda üretilmektedir. Gözünüzde canlandırın: güneşin kavurduğu meralar, huzur içinde otlayan inekler, koyunlar ve keçiler, otların ve kır çiçeklerinin kokusunu taşıyan hafif bir esinti. Bu pastoral ortam Graviera Naxou'nun doğduğu yerdir. Üretiminin her yönü eşsiz tadına ve ağızda bıraktığı hisse katkıda bulunur. Pastörize inek sütünden veya %20'ye kadar keçi sütü ile koyun sütünün karışımından yapılır. Farklı süt türlerinin bu kombinasyonu, bu peynirin lezzet profiline karmaşıklık ve derinlik katar. Üretiminde kullanılan süt, geleneksel olarak adada yetiştirilen ve yerel bitki ve otlarla beslenen çiftlik hayvanlarından elde edilmektedir. Sütlerine - ve dolayısıyla Graviera Naxos'a - başka hiçbir yerde taklit edilmesi mümkün olmayan farklı bir lezzet veren de bu yerel bitkiler ve otlardır. Şimdi peynirin kendisini inceleyelim! Graviera Naxou, küçük deliklerle dolu açık sarı, kompakt bir iç kısmı çevreleyen ince bir kabuğa sahiptir. Nem ve yağ arasında mükemmel bir denge kuran sert bir sofra peyniridir; maksimum %38 nem ve minimum %40 yağ içeriğine sahiptir. Bu yüzdeler teknik görünebilir, ancak peynirin dokusunu ve tadını etkiledikleri için önemlidirler. Graviera Naxou'yu ısırdığınızda, sütün kalitesinin ve geleneksel peynir yapım sürecinin bir kanıtı olan ferahlatıcı tadından çok memnun kalacaksınız. Hafif ama baştan çıkarıcı aroması sizi bir ısırık daha almaya çağırıyor. Ve bir tane daha. Bu peynirin yüzyılı aşkın bir süredir el üstünde tutuluyor olması hiç de şaşırtıcı değil! Sonuç olarak Graviera Naxos, Yunaan Peynirleri listesine eklenen yeni bir peynir değil; geleneğin, yerel biyoçeşitliliğin ve titiz işçiliğin somut bir örneğidir. Bu peynirin her bir tekerleği bir hikaye anlatıyor - adanın, hayvanlarının, bitki örtüsünün, insanlarının ve bu muhteşem peyniri üretmeye olan bağlılıklarının hikayesi. Bir dahaki sefere fırsatınız olduğunda, kendinize bir dilim Graviera Naxos alın. Tadını çıkarın. Keyfini çıkarın. Ve hikayesini hatırlayın. #GravieraNaxou #YunanPeyniri #NaxosAdası #PastörizeİnekSütü #KoyunVeKeçiSütü #SertSofraPeyniri #GelenekselYunanMutfağı #AçıkSarıPeynir #KüçükDelikliPeynir #YerelBitkiVeOtlar #Meze #PeynirKızartması #MakarnaGarnitürü #YunanistanınGastronomisi #DoğalBeslenme
Graviera Naxou: Yunanistan'ın Naxos Adasından Geleneksel Bir Lezzet Harikası content media
0
0
136
vasilis klimantakis
08 Mar 2023
In Yurt Dışı Gezileri
Güneş Ege Denizi üzerinde yükselmeye başladığında Maria ve arkadaşları eşyalarını toplayıp Skaros ve Panagia Theoskepasti'ye doğru yola çıktılar. Santorini'nin engebeli arazisi boyunca uzanan pitoresk bir patika olan İmerovigli Yolu'nu kullanmayı planladılar. Yol boyunca yürürken, Maria ve arkadaşları etraflarını saran güzellikten etkilendiler. Denizin masmavi suları önlerinde uzanırken, adanın engebeli kayalıkları yukarıda yükseliyordu. Kır çiçeklerinin kokusu havayı dolduruyor ve kuş sesleri tepelerde yankılanıyordu. Skaros'a yaklaştıklarında Maria içini bir huşu duygusunun kapladığını hissetti. Antik kale kalıntıları bir uçurumun kenarına tünemiş, denize bakıyordu. Aşağıdaki uçurum Maria'nın kalbini hızlandırdı ama manzara buna değerdi. Harabeleri keşfettiler ve aşağıdaki denizin nefes kesici manzarasını seyrettiler. Skaros'ta biraz zaman geçirdikten sonra Panagia Theoskepasti'ye doğru yolculuklarına devam ettiler. Patika onları, güneş ışığının yaprakların arasından süzülerek zeminde benekli bir desen oluşturduğu sık bir ormanın içinden geçirdi. Ormandan çıktıklarında, yüksek bir kayalık üzerinde duran Panagia Theoskepasti'nin güzel beyaz kilisesini gördüler. Maria ve arkadaşları, denizin ve çevredeki manzaranın inanılmaz görüntüsü karşısında hayrete düşerek kiliseye çıkan dik basamakları tırmandılar. Kilisenin içinde, mekânı dolduran huzur ve dinginlik onları etkiledi. Duvarlar güzel fresklerle süslenmişti ve havada tütsü kokusu asılıydı. Güneş batmaya başladığında, Maria ve arkadaşları yaşadıkları inanılmaz yolculuk için minnettarlık duyarak patikadan geri döndüler. Skaros ve Panagia Theoskepasti'nin güzelliği ruhlarında silinmez bir iz bırakmış, onlara etraflarındaki dünyanın görkemini ve mucizesini hatırlatmıştı. Gün sona ererken Maria ve arkadaşları yolculuklarını yakındaki bir tavernada lezzetli bir yemekle sonlandırmaya karar verdiler. Musakka ve souvlaki gibi geleneksel Yunan yemeklerinin yanı sıra yerel şarap ve muhteşem gün batımı manzarasının tadını çıkardılar. Maceralarına ve Santorini'nin güzelliğine kadeh kaldırırken Maria, edindikleri anılar ve güçlendirdikleri dostluklar için minnettar olduğunu hissetti. Ertesi gün Maria ve arkadaşları Santorini plajlarını keşfetmeye karar verdiler. Göz alıcı kırmızı kayalıkları ve kristal berraklığındaki sularıyla bilinen ünlü Kızıl Plaj ile başladılar. Plaj turistlerle doluydu, ancak Maria ve arkadaşları manzaranın tadını çıkarmak ve yüzmek için tenha bir yer bulmayı başardılar. Ardından, canlı bir atmosfere sahip siyah kumlu bir plaj olan Perissa Plajı'na gittiler. Plaj barlar ve restoranlarla kaplıydı ve Maria ve arkadaşları plaj sandalyelerine uzanırken serinletici bir içkinin tadını çıkardılar. Gün ilerledikçe bir tekne kiralamaya ve Santorini kalderasını keşfetmeye karar verdiler. Volkanik Nea Kameni ve Palea Kameni adalarının yanından geçerek engebeli manzaralara ve volkanın buharlı kraterine hayran kaldılar. Ayrıca ılık sulara daldıkları ve minerallerin tedavi edici faydalarının tadını çıkardıkları kaplıcalarda da durdular. Güneş batmaya başladığında, kendilerini yorgun ama macera dolu bir günün ardından tatmin olmuş hissederek kıyıya geri döndüler. Maria ve arkadaşları gezilerini yerel bir kaplıcada masaj, yüz bakımı ve jakuzinin keyfini çıkardıkları dinlendirici bir akşamla sonlandırmaya karar verdiler. Seyahatlerini düşündüklerinde Santorini'nin kalplerinde her zaman özel bir yeri olacağını biliyorlardı ve yakında geri dönmeyi umuyorlardı. Ertesi gün Maria ve arkadaşları, beyaz badanalı büyüleyici binaları ve kalderanın muhteşem manzarasıyla bilinen Oia kasabasını ziyaret etmeye karar verdiler. Dar sokaklarda dolaştılar, mimariye hayran kaldılar ve yerel mağazalara göz attılar. Ayrıca bir fincan Yunan kahvesi ve bir dilim baklavanın tadını çıkarmak için bir kafede durdular. Şehrin kenarına geldiklerinde Maria ve arkadaşları kalderanın nefes kesici manzarasıyla karşılaştılar. Deniz önlerinde uzanırken, Oia'nın beyaz binaları güneş ışığında parıldıyordu. Bir süre kalıp manzarayı seyrettiler ve fotoğraf çektiler. Oia'yı ziyaret ettikten sonra Maria ve arkadaşları günün geri kalanını sahilde dinlenerek geçirmeye karar verdiler. Sakin suları ve rahat bir atmosferi olan siyah kumlu bir plaj olan Kamari Plajı'na gittiler. Plaj sandalyeleri ve şemsiyeler kiraladılar ve öğleden sonrayı güneşin ve deniz esintisinin tadını çıkararak geçirdiler. Gün sona ererken Maria ve arkadaşları çantalarını toplamak ve eve dönüş uçuşlarına hazırlanmak üzere otellerine geri döndüler. Santorini'de paylaştıkları unutulmaz deneyimler için kendilerini minnettar hissettiler ve bu büyülü adadaki maceralarına devam etmek için bir gün geri dönmeye söz verdiler. #SantoriniGüzellikleri #SantoriniYolculuğu #SantoriniGözdeYerler #santorinigezirehberi #santorinigezisi #santorinigezi
"Santorini'de Keşfedilecek Yerler: Skaros ve Panagia Theoskepasti'ye Yolculuk" content media
0
0
36
vasilis klimantakis
22 Oca 2020
In GeziBahçe
Mevlana Kafe Rodos Gezilecek Yerler arasında Sokrates Caddesi'nin (no. 76) ortasında, Rodos Ortaçağ Şehri'nin merkezinde, modern turistik dükkanlar arasında Türk Kafe'yi bulabilirsiniz. Eski zamanda kalmış bir not, çünkü eski şehrin yaşamını anımsatan tek otantik mekân, bir markanın çok kültürlü kimliğini yansıtan ticari markası. Unutmayalım ki, Yunanistan ve Türkiye arasındaki büyük nüfus alışverişi sırasında, 1922'den kısa bir süre sonra Rodos ve Oniki Adalar bir İtalyan kolonisidir. Dolayısıyla Türk azınlığın göç etmek için bir nedeni yoktu ve onun için yerinde kaldı. Türk kahvesi ve elle boyanmış tabelaya göre "Bakır Karakuzu Kahve ve Kahve Dükkanı" yıllardır Türk toplumunun merkezi olmuştur. Bitişikteki depo ise eskiden Türk toplumunun toplanma yeri idi. Eski fotograflara bakarsak nargile içen , eski parke taşı üzerinde dar kaldırımda kafelerini yudumlarken Türklerin fotoğrafı var. Ne yazık ki, eski sahibin fotoğrafını çekemedim, çünkü sahibi öldü ve bir süre kapalı kaldı. Şimdi ise aynı aileden kafeden sorumlu İraklis kafeyi işletiyor . Bana Türk kahvesi ısmarladıktan sonra biraz sohbet ettik . "Dükkanın içinde bulunan kahve öğütme makinesi tarafından 40 kilodan fazla kahve, günlük tüketiliyordu , kahve içi de çok kalabalık olduğunu söyledi. Artık sadece turistler tarafından ziyaret ediliyor çünkü Türk mahallesi ve eski pazar Rodos'un en ticari caddesi haline geldi. " Gerçekten de, kahve makinesi (Diamant markası) müze kafesinin sergilerinden biridir. Bir fırında kahve, muhteşem çakıl tabanına bakan, güzel yastıklı düşük tonlar, Osmanlı tarzı çömleklerin ortasında, eski bir fonograf gibi eski antika kaplar, hayatınızda biraz seyahat etmeniz gereken tek şey. 200 yıl boyunca hizmet veriyor . Türk Kahvesi her gün açıktır: 09.00-2300 #rodos #rodosgezirehberi #rodosgezilecekyerler #rodostatil
Rodos Adası'nda bir Türk Kahvesi  content media
0
0
297
vasilis klimantakis
16 Kas 2019
In İstanbul Gezileri
Dünyanın kuruluşundan bu yana haritada olan ve üzerinde insan yaşayan yerlere "Yeni" yaftası yakıştırmak avantür bir zorlamadan başka bir anlam ifade etmez. Yeni kıta, yeni şehir, yeni köy.. Yeniköy Boğazın en eski köylerinden biri olarak dikkat çeker. Büyük iskender'in babası Philippe'in komutanlarından Demetrios, bir yaz günü burada Bizanslılarla büyük bir deniz savaşı yapmıştır. Hava öylesine bunalticidır ki o günün anısına Istinye ile Tarabya arasında yer alan bu semte "sıcak gün" anlamına gelen "Termemeria" adı verilir. Demetrios, savaşı kaybedince karaya ayak basmadan ülkesine döner. Mehmet istanbul'u alınca Romanya'nın "Geri" bölgesinden gelen Ulahlar buraya yerleştirilir. Çağlar boyunca sahile damgasini vuran "Termemeria" ismi böylece bir kenara bırakılır. Artık buranın ismi "Geriköy"dür. Bir süre sonra Muhteşem Süleyman tarih sahnesine çikar. Köyün adi içine sinmez. Küçücük bir semt, cihan padişahına direnecek değildir. Süleyman'ın isteği doğrultusunda semtin adı bir kez daha değiştirilip "Yeniköy" olur. Zaten Rumlar da buraya "Yeniköy" anlamına gelen "Neo Horion" demektedirler. Kürk tüccarı Yorgo Fotiyadis, semtin 19. yüzyıldaki tanınmis simaları arasındadır. Zamanla tipki burası gibi Fotiyadis'in adı da değişir. Üstelik tüccar yeni adıyla Yeniköy'deki bir sokağa da isim babaliğı yapacaktir: Kürkçü Faik Sokağı. Fotiyadis ya da Faik'in torunu, onun sokağındaki Ayios Nikolas Kilisesi'nde vaftiz edilir. Bu çocuk yillar sonra Arnavutkaldırımlarında yürüdüğü, ceviz ağaçlarının arasında huzur bulduğu semte minnet borcunu "Neohori" adini verdiği şiirle ödemeye çalışır "Akşamdan yürüyüşe çıkarsın, Önündeki ceviz ağaçlarını bulursun Artik yoluna devam etmene gerek yok Neohori'den daha güzel olan nereyi bulacaksın?" Bu dizeler anne tarafından Yeniköylü olan dünyaca ünlü Yunan şair Konstantin Kavafis'e aittir... Kavafis Istanbul'a iki kez gelir. İlkinde henüz bir bebektir. ikinci gelişinde üç yıl Yeniköy'de kalır. O sıralarda artık 19 yaşında bir delikanlıdır. Annesi Hariklia, kocasını kaybettikten sonra bir süre daha, çok mutlu günler geçirdiği iskenderiye'de yaşamak için direnir ancak olmaz. Üç çocuğunu da yanına alıp Istanbul'daki baba evine taşınır. Belki de dünya şairi Kafavis'i tanımamızın ardında bu dramatik öykü bulunmaktadir. Çünkü genç Kavafis, istanbul'a ve Yeniköy'e vurulur. Açıkçasi hayatinin en verimli ve mutlu yıllarını da burada geçirmiştir. Yeniköy'de yazip biriktirdiği şiirlerini 40 yaşından sonra yayımlamaya başlar. Bu şiirlerler arasında biri özellikle dikkat çekicidir: "Bir başka ülkeye, bir başka denize giderim dedin. Bundan daha iyi bir başka şehir bulunur elbet. Her çabam kaderin olumsuz yargisıyla karşı karşıya bir ceset gibi- gömülü kalbim Aklim daha ne kadar kalacak bu çorak ülkede? Yüzümü nereye çevirsem, nereye baksam kara yıkıntılarını görüyorum ömrümün boşuna bunca yılı tükettiğim ülkede Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın bu şehir arkandan gelecektir. Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksin. Aynı mahallede koşacaksın; aynı evlerde kir düşecek saçlarına. Dönüp dolaşip bu şehre geleceksin sonunda. Başka Ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte, öyle tükettin demektir bütün yeryüzünde" Açıkçası şiir dinleyene Yeniköy kokusu sinmiş gibi bir his verir. Ne var ki Kavafis dizeleriyle çelişir. Sadece üç yıl kalıp vurulduğu Yeniköy'e bir daha hiç dönmez. 29 Nisan 1933 günü Yunanistan'da öldüğünde 80 yaşındadir... Kürkçü Faik Sokağı denize iner... Yenikoy'den daha güzel bir yer mi ? Daha güzel neresi olacak ? Kaynak %100 İstanbul Tarih Mekan ve Sırlar Erik ACARER
Eski Köye Yeni Adet 

 content media
0
0
118
vasilis klimantakis
14 Eki 2019
In İstanbul Gezileri
GEMİDEN BOZMA ŞADIRVAN 7 Aralık 1941 sabahı, Havai'nin masmavi suları bombalarla dalgalanacaktır. Japon Imparatorluk Donanması sürpriz bir kararla Pearl Harbor'a saldırır. Saldırı Birleşik Devletler Donanmasi'nin Pasifik filosu ve onu koruyan Ordu Hava Kuvvetleri ile Deniz Piyadeleri'ni hedef almiştır. Operasyon Büyük Okyanus'ta kuvvetle muhtemel bir Amerikan askeri müdahalesini önlemek için gerçekleştirilir. Saldırı sonucunda 12 Amerikan savaş gemisi ciddi şekilde hasara uğrar ya da batar. 2403 Amerikan askeri ve 68 sivil yaşaminı yitirir.Ne var ki Pearl Harbor baskinı askeri açidan büyük bir başarı olarak değer kazanmaz.Japonya'da başarı çığlıkları atılırken, Japon Amirali Isoroku Yamamoto saldirıyı özetleyen cümleyi tarih sayfalarına iliştirecektir. "Uyuyan bir devi uyandirdik. " Baskin sirasında limanda olmayan Amerikan Donanmasi'nın büyük bir bölümü kurtulmuştur. Bunun dışında, büyük bir gemide bombardimanı hiç yara almadan atlatir. Üstelik bu gemi limanda demirlidir. Japonlar, tepesinde kızıl Haç dalgalanan Solace'e dokunmazlar "Teselli" anlamina gelen hastane gemisi, ikinci Dünya Savaşı sonunda 25 bin askerin havatinı kurtaran bir kahraman olarak mağrur bir ifadeyle gülümsemektedir. Teselli, gözü yaşlı annelerin yaralarını sarıp hafifleten bir figüre dönüşür. Solace, savaş bittikten sonra güvertesinde tedavi gören askerlerin kurduğu savaskarşıti birliğin sembolü olur. Savaşın kara dumanı içinde, beyaz bir güvercin gibi uçan geminin silueti madalyaların üzerine kazinir.Amerikan hükümeti gönüllerde barış tohumlarının yeşermesinden rahatsiz olur. Savaş karşıtı bir sembole dönüşen gemiden kurtulma planları yapılır. Solace, tüm bu sıradışı gelişmelerin sonucunda satışa çıkarılır alicı Türkiye Cumhuriyeti'dir. Gemi, teselliyi Akdeniz'in ılık sularinda bulur. Solace yazısının yerine "Ankara", yazılır. Savaştan çıkan gemi, Avrupa'yı gezerek bacasına, kamaralarına, güvertesine sinen gam ve kasavetten kurtulmaya çalışır. Turistik bir misyon yüklenen gemi, Şefik Kaptan kumandasında keyifli Avrupa gezilerine ismini kazıyacaktır . Gemi 70'li yılların sonunda iyice yaşlanıp çarktan, pervaneden kesilince, jilet yapılmak üzere izmir Tersanesi'ne çekilir.Efsane bitmek üzeredir. "Ankara" ya da "Teselli" gemisi izmir'de ince kıyım halince paketlenmeyi beklemektedir. Aynı dönemde Çorlulu Ali Paşa Cami'nin restorasyon çalışmalarına başlanır. Tadilat başarıyla sürerken, is camiye ait şadırvan bölümünde tikanır. Şadırvanın tepesi kursundan yapıldığı için onarımı sırasında bol miktarda kurşuna intiyac duyulur. Türkiye'de tüp, yağ, benzin kuyruklarında ömür cürütülen bir donem yaşanmaktadır. Her şeyin karaborsada oldugu bir dönemde, kurşun bulmak büyük bir sorun haline gelir. Şadirvan boynunu büktü bükecek denirken, İzmir tersanesinden umut dolu bir haber gelir. Parçalanmayı bekleyen gemide şadırvanın ihtiyacını karşılamaya yetecek kurşun bulunmaktadır.Uzmanlar, bu işe akıl sır erdiremez. Teknik açıdan gemide kurşun bulunması imkansizdir. Ancak sonunda her şey açıklık kazanır. Geminin röntgen odası olarak kullanılan bir kamarası, radyasyonun dişarı sızmasını önlemek amacıyla kurşunla kaplanmiştir.Kurşun getirilip Corlulu Ali Paşa Camisi'nin şadırvan bölümüne yamanir. Cami restorasyonu tamamlanmıştır. Çorlulu Ali Paşa Cami, Sultanahmet'ten Beyazıt'a giden yol üzerinde, mağrur bir ifadeyle gülümser. 1670 yılinda Çorlu'da doğan Ali, zekâsı ve yeteneği sayesinde istanbul'da sivrilir. Kapıcıbaşı Türkmen Kara Bayram Ağa'nın evlatlğı olarak himaye edilecektir. Önce Galata Sarayı'nda ardindan da Enderun-u Hümayun'da yetiştirilir. Kısa sürede yeteneğiyle sivrilir. Çorlulu Ali Paşa'nın başarıları çok geçmeden dikkat çekmeye başlar. II. Mustafa'nın kızıyla evlenerek saraya damat olur. Çeşitli yerlerde vezirlik ve kaymakamlık görevleri yaptıktan sonra III.Ahmet'in sadrazamı olur. Ali Paşa, devletin mali işleriyle ilgilenir, toplar döktürüp askeri ocakların düzenlenmesinde çaba gösterir. Bir yandan da saray masraflarını kontrol altina almak istemektedir.isvec-Rus savaşı sırasında Isveç'i destekler. Amacı ileride meydana gelebilecek muhtemel Rus-Osmanlı savaşında yorgun ve mağlup bir Rus ordusuyla karşı karşıya gelmektir.isveç'le yapilan savaştan Rusların galip çıkması, pusuda bekleyenlerin ekmeğine yağ sürer. Ali Paşa, aleyhine yapılan propagandalar sonucunda gözden düşer. Zaten sarayın masraflarıni kismak için çaba gösteren bir sadrazam, hiç istenmeyen bam tellerine dokunduğu için topun ağzindadır. Pek çok şey üst üste binince, Çorlulu Ali Paşa, sadaretten azledilerek Kefe'ye sürgüne gönderilir. Çok geçmeden Şeyhülislam Paşmakçızade Seyyid Ali Efendi'nin fetvasi ve padişahın fermanı ile ipi çekilecektir. Osmanli'da siyaset, ölümü göze almakla eş anlamlıdır. Çorlulu Ali Paşa da olacakları önceden sezmiş gibi davranir. Siyaset daginin zorlu zirve yoluna doğru yürüdüğü sırada, namı yürüsün ve unutulmasın diye adına bir cami külliyesi yaptıracaktır. Bu külliye bugün, kentin kalabalığı, boğucu havası ve karmaşası içinde nefes almak için imkân sunar. Bahçesinde çay ve nargile keyfi yaşanır. Üniversite öğrencileri, Beyazit esnafı, kent gezginleri bahçede bir arada soluklanır.Belki de Çorlulu Ali Paşa bir emekli kılığına bürünüp bir köşede oturmaktadır.İstanbul, her türlü hüzün, keder ve kalabalık içindeki yalnızlığa "teselli" firsatları da sunar.Çorlulu Ali Paşa Külliyesi'nde yer alan şadırvandan akan su,hem eski zamanlara hem de yakın tarihe, berrak bir cila atar.Medresenin şadırvanina elinizi uzatip su içerseniz, geçmişi hissedersiniz. Bir geminin külleriyle yeniden doğan şadırvan... İstanbul'da reenkarnasyona inanan martıların, "Yaşasın kültürlerin ve halkların kardeşliği, savaşa hayir!" çiğlıklarıyla süzüldügünü duyar gibi olursunuz. Kaynak %100 İstanbul Yazar Erk ACARER
Çorlulu Ali Paşa Medresesi
Pearl Harbor'a saldırısı
Ankara Gemisi
 content media
1
0
236
vasilis klimantakis
10 Eki 2019
In Türkiye Gezileri
MELEMEZ KÖYÜ Mersin'in Akdeniz İlçesinde bulunan Melemez (İhsaniye) Köyü ya da şimdiki adıyla Türkiye'nin tek Giritli Köyü olma özelliğini taşır. Girit göçmenlerinin yaşadığı köyde ara sıra festivaller de oluyor. Ayrıca bu köyde çok çeşit ev yapımı şarap da yapıyorlar. Melemez'in geçmişine gidersek Giritli göçmenlerin izlerini görebiliyorsunuz. 20. yüzyılın başlarında Sultan II. Abdülhamit Han tarafından Giritli göçmenler için yaptırılan evlerin bazıları ayakta. Dikkatle incelendiğinde, bu evler için özel bir plan uygulandığı hemen görülüyor. Büyükşehir yasasından sonra mahalleye dönüşen köydeki hummalı çalışma, her adımda göze çarpıyor. Köye geldiğinize değiyor. Hiçbir yerde tatma şansı bulamayacağınız farklı bir mutfak kültürüyle karşılaşıyorsunuz. Çoluk çocuk herkes seferber olmuş. Daha çok aile şirketi havası hissediliyor. Bu görüntü, sofraları daha da keyifli hale getiriyor. Kapı ve pencere kenarlarını mavi renkle boyamak bir Akdeniz kültürü. Böceklerin gelmesi bu şekilde engelleniyormuş . Hafta sonları ise bu köy çok yoğun; trekking tutkunları ve dağcıların uğrak noktası. Çünkü, bir yanda organik ürünleri satın alma şansınız varken bir yanda restoranlarında nefis Girit yemeklerini keyfini sürüyorsunuz. Sakinleri güler yüzle karşılıyorlar sizi. Davet ediyorlar, çeşitli ikramlarda bulunuyorlar. Bu atmosfer sizi etkiliyor, büyülüyor. Mersin'de yaşıyorsanız, konuklarınıza hikâyesi olan bir mekân arıyorsanız Melemez tam size göre . Yoğurtlu oğlak eti, ekşili oğlak eti, stifno, zibez, enginar dolması, enginar tatlısı, fava, papules salatası, kabak çiçeği dolması, eftazimo ekmeği, kuluraça, çahirez... Melemez dışında hiçbir yerde bulamazsınız bu lezzetleri. Nasıl Ulaşırsınız ? Mersin merkezden çok kolay ulaşım minibüsler ile . Özel araç ile ise 30 dk içinde merkeze varırsınız. Köye yaklaştıkça sizi tabelalar yönlendiriyor. Nerde Yemek Yenilir ? Mavi Yeşil & Kritimaz Girit Restoranı Restoranda Giritlilerin yaptığı özel şaraplar, Girit otlarından zeytinyağlılar, mezeler kısacası Girit yemekleri ve içkileri vardır. Ayrıca kahvaltı için de ideal bir mekan. Mersin ve Tarsus'tan özel araçla ulaşım da çok kolay.
Türkiye'nin tek Giritli Köyü Melemez content media
0
1
9k
vasilis klimantakis
08 Eki 2019
In İstanbul Gezileri
Detaylar bütünü oluşturur. 1660 yılında İstanbul'un Kapalı çarşısından sonra ikinci kapalı çarşı inşa edilir. Bu büyük pazar, IVMehmet' in annesi Hatice Turhan Sultan tarafından Mısır'dan gelen malların sergilenmesi için yaptırılır.Mısır'dan İstanbul'a gelen ticaret ürünleri olduğu gibi, Mısır 'a giden mallar da vardır. 1775 yılında Galata Limanı'ndan Mısır'a gitmek için kalkan bir tüccar gemisi boğaz sularından çıkamadan bir fırtınaya yakalanır fırtına içinden çıkmayı başaramaz kayalara çarparak parçalanır . Bu olaydan sonra dönemin padişahı Il. Osman, Ahırkapı'ya denizcilerin yollarını görebilmeleri için büyük bir fener yaptırır.Fenerin altında aydınlatmada kullanılacak malzemelerin istifleneceği bir bölüm ve hizmetli yatakhanesi inşa edilir. Çıkan yangınlar nedeniyle çeşitli dönemlerde tahribata uğrayan fener, Abdülmecit döneminde yeniden ve taştan yapılır. Ahırkapı feneri kırk metre yüksekliğindeki boyuyla Türkiye'nin Şile'den sonra ikinci büyük feneridir. O yıllarda büyük fitili zeytinyağıyla yakılan fenerin masrafı da bir hayli kabarıktır. Ahırkapı feneri için yılda 1.5 ton zeytinyağı ve metrelerce fitil harcanmaktadır. Fenerin Ahırkapı'da yapılmasının bir anlamı vardır. Burası tüm Boğaz'ı gördüğü gibi denizden de görülmektedir. Ahırkapı, İstanbul'un tarihsel semtlerinden biri olduğu üzere, Sarayburnu gibi imparatorların malikânelerinin bulunduğu bir bölgedir. Bizans döneminin önemli sarayları da burada yapılmıştır.Saraylarıyla ünlü bu bölgenin Osmanlı döneminden bu yana Ahırkapı olarak anılmasının hikâyesi son derece basit ve basit olduğu kadar da ilgi çekicidir. Osmanlılar atlara büyük önem verdiklerinden mi yoksa denize arkalarını dönmeyi âdet edindiklerinden mi bilinmez, buraya “ahır” yaptırıp sarayın atlarını bağlarlar. Boğazın en güzel yeri Osmanlı İmparatorluğu tarafından asırlar boyunca ahır olarak kullanılmış, bu nedenle semt “Ahır Kapısı” adını almıştır. Mustafa Kemal yüzmeyi çok sevmektedir.Deniz sevgisini tüm ulusa aşılamayı çalışır.Özellikle İstanbul'da olduğu zaman Moda koyunda yelken ve kürek yarışlarını izlemekten büyük keyif alır. 1 Temmuz, Denizcilik ve Kabotaj Bayramın'da Moda'da yapılan yarışlar Atatürk tarafından ilgiyle izlendiği için , sporcular daha büyük bir şevkle yarışmışlardır.Atatürk İstanbul'a geldiği zamanlarda 1936 yılında tamamlanan Florya Deniz Köşkü'nde de vakit geçirir. Paşa'nın kollarını sıvayıp kürek çektiği fotograf, zamanda asılı durur.Fotoğraf Florya açıklarında çekilmiştir. İsmet İnönü'nün yüzmeyi öğrenmesi de Atatürk sayesinde olur. Başbakan İnönü Florya'da yüzmekte olan Atatürk'ü izlerken gafil avlanır. Mustafa Kemal denizden ona seslenir: “Haydi İsmet, gel yarışalım. İnönü yüzünü buruşturup kollarını açar: “Paşam, maalesef ben yüzme bilmiyorum. Mustafa Kemal bu cevap karşısında çok şaşırsa da bozuntuya vermez. O bir devrimcidir, ses tonu emir niteliği taşır: “O zaman sana bir hafta süre...” İnönü'nün kabus dolu günleri başlar. Soluğu Heybeliada'da alır.Askeri Lisesi Sınıf Subayı Ulvi Tekeş'e durumu anlatır.Bir hafta içerisinde yüzmeyi öğrenmek zorunda olduğu için, onun yardımını ister. Aynı gün motorla Heybeli açıklarına gidilir. Ulvi Ateş kısa süren teorik bir eğitiminin ardından, eylem zamanının geldiğini bildirir: "Paşam atlayın lütfen !!" İnönü'nün belli etmemeye çalışsa da bir hayli tedirgin olduğu gözlenir. "Nasıl atlayacağım ?" “Çivileme Paşam, bacaklarınızı hiç kırmadan, çelik gibi suya girceksiniz " İnönü, kendisini aynı Tekeş'in dediği gibi bıraksa da , suyla yüzleşince çırpınmaya başlar. Ardından da kendisiyle birlikte suya atlayan subaya can havliyle sarılır. Ama yılmaz, bir kez daha dener, sonra da bir kez daha ... Her seferinde daha iyi atlamakta, üstelik suyun üzerinde durabilmektedir. Dersin son günü kendini motordan boşluğa bıraktığında,bacakları tamamen birleşik ve vücudu bıçak gibidir. Paşa denize onu deler gibi girince, büyük alkış alır. İşte bu Atatürk'ün zoruyla öğrendiği meşhur çivilemesidir. Osmanlılar sırtlarını denize dönüp oturmayı severler. Kimbilir belki de atlara çok değer verdikleri için, Boğaz'ın en güzel yerlerinden birini ahır olarak kullanmışlardır. Paşa gönül adamıdır, denize karşı rakı içmekten ve denize girmekten büyük keyif aldığı ortadadır. Ayrıntılar bütünü oluşturur... Mustafa Kemal, köhnemiş bir imparatorluğu yıkıp yerine çağdaş bir cumhuriyet kurmuştur. Ahırkapı'da bugün artık elektrikle aydınlatılan fener, gemilere yol göstermeye devam etmektedir! Kaynak %100 İstanbul Tarih Mekan ve Sırlar Erk ACARER
Atlar Manzara Severmi content media
0
0
35
vasilis klimantakis
03 Eki 2019
In GeziBahçe
Heykel 1820'de Osmanlı İmparatorluğu tarafından işgal edilen Milos'ta bulundu. Yaygın olarak bilinmeyen, heykelin Türkler tarafından Fransızlara satıldığı ve Fransızların satın alındıktan sonra Paris'e kaçması için bir tekneye yükledikleri. Miloslu Rumların heykele adadan ayrılacağı konusunda bilgi verildiğinde, kaçışlarını önlemek için isyan ettiler ve bunu da uygarlıklarının bir parçası olarak gördüler. Fransızların bazı Rumları öldürdüğü bilinir. Heykel nihayet gemiye yüklendiğinde, önce Fransa'ya gitmeden önce Pire'ye götürüldü. Miloslu Rumların bir kısmı heykelin ele geçirilmesini durdurmak için Pire'ye gitti. Yunan tarihçi Dimitris Fotiadis'in "1821 Yunan Devrimi Tarihi" başlıklı altı cildinde yazdığı gibi: Pire'de, gerçeği öğrendikten sonra, binanın kapmasını engellemeye çalışan sahildeki binden fazla kişi bir araya geldi. Fransız gemisinin mürettebatı ve Türk birlikleri ile çatışma çıktı ve bu bir tepki idi. Sonuç trajikti. 200'den fazla Yunanlı öldü ve sonunda Milos Afrodit heykeli Fransa'ya kaçtı. (Çatışmanın girdabındaki heykelin bir elinin denize düştüğü ve kaybolduğu söylenir). Yani bu “eğitimsiz” Yunan balıkçıları ve çiftçileri, Medeniyetlerini savunmak için hayatlarını verdikleri haysiyetle savaştılar, eğitimli değillerdi, Sanat'ı tanımayabilirlerdi, ancak bu heykelin derin olduğunu hissettiler tarihlerinin bir kısmı, atalarının bıraktığı kültürel mirasın bir parçası. Bu trajik hikaye, bariz nedenlerden dolayı dikkatlice kesintiye uğradı. Eğer Louvre Müzesi'ni ziyaret edip Milos Afroditine hayran kalırsanız, bu durumda bile hakim güçlerin Yunanlıların kanla suladığı bu harika heykele el koyduğunu unutmayın. Müze yönetiminin gururla sergilediği en önemli sanat eserlerinden biri, hangi sanatçı tarafından tam olarak belirlenemediği bir eser olan Milos Venüs'ün mermer heykeli. Alıntıdır
Milos'lu Afrodit content media
0
0
145
vasilis klimantakis
02 Eki 2019
In İstanbul Gezileri
1950'li hatta 60'lı yılların başlarına kadar, gerek Anadolu'dan gerekse Trakya yönünden gelen bütün şehirlerarası otobüslerin son durağı Sirkeci ve civar sokaklardı. Şehre gelenlerin ilk durağı da, Sirkeci ve civarındaki her keseye uygun otellerdi. Taşradan gelenler, ilk olarak Sirkeci'ye “iltica” ediyorlardı. İstanbul'un ilk otogarı, surlar dışına Vatan ve Millet Caddelerinin açılmasından sonraki 70'li yıllarda, Topkapı surlarının hemen dışında açılmıştı. Oda ortalama bir 25 yıl kadar hizmet vermişti. O alanda şimdi Topkapı kültür parkı ve Panorama 1453 Tarih Müzesi bulunuyor. Anadolu yakasındaki durum da pek farklı sayılabilir mi bilmem. Harem otogarının yapısal ve iletişim sorunları sözkonusu diye biliyorum. Peki günümüzde durum böyle de, İstanbul'un hiç toplu otobüs garajı olmadığı yıllarda ne yapıyordu İstanbul'a gelip gidenler? 1950'li, hatta 60'lı yıllardan sözediyorum. O zamanlar gerek Anadolu'dan gerekse Trakya yönünden gelen olsun, bütün şehirlerarası firmalarının yazihanelerinin pek çoğu Sirkeci'nin Hocapaşa Caddesi taraflarındaki sokaklarda yer alıyordu. Sirkeci'nin en geniş, en uzun ve park etmeye en uygun sokağı. Demiryoluna paralel uzanan bu sokağın adı İstasyon Arkası Sokağı. O zamanın otobüslerinde bagaj yeri otobüsün üzerinde idi. Semtin bütün ara sokakları otobüs firmalarının yazıhaneleri ile doluydu. Otobüsler son müşterilerini yazıhane önlerine bırakırlardı. Giden otobüslerin yolcuları da ne olur ne olmaz hesabıyla biraz erken gelir, yazıhanelerin önünde öbek öbek bekleşirlerdi. O zamanların otobüsleri de şimdikilere pek benzemezdi. Yolcu kapasiteleri daha düşüktü. Dolayısıyla sokak aralarına girebilecek ölçüde daha küçüklerdi. Motorları arkada değil, otomobillerde olduğu gibi önde bir çıkıntı halindeydi; bu bakımdan onlara “burunlu otobüsler” denirdi. Sayıları da çok olmadığından, Sirkeci'nin ara sokaklarında rahatça yer bulabiliyorlardı. Sirkeci otobüs semti olmadan çok önce oteller semti idi. Büyük bir çoğunluğu hiç bir lüksü olmayan, her keseye uygun ucuz otellerdi bunlar. Tabii tahtakurularının cirit attığı yerlerdi. Taşradan gelenler, ilk olarak Sirkeci'ye “iltica” ediyorlardı. Aynı yöreden gelen insanlar belli otelleri tercih ettikleri için, bunlar genellikle yöreyi belirleyen isimlerle anılırdı. Karesi Oteli dediğim yer de bunlardan biriydi. Hemşehriler orada toplaşırlardı. Sirkeci'nin tam göbeğinde, bugün Kastelli iş hanının bulunduğu yerde yani Bahçekapı'dan gelen Hamidiye caddesi ile Babıali'ye tırmanan Ankara cad- desinin tam köşesinde üç katlı ahşap bir oteldi. Tam karşı köşesinde ise zamanın ünlü hazır ilaç firmalarından Kanzuk Eczanesi yer alıyordu. O zamanın otellerinde lobi bulun- mazdı; onun yerine kimilerinin altında kıraathane olurdu. Karesi Oteli'nin kıraathanesi de Babıali'ye yakınlığı dolayısıyla yokuşun az yarısındaki Meserret Kıraathanesi kadar ünlü sayılırdı. Yemeklerimizi daima meydana bakan Konya Lezzet Lokantası'nda yerdik. Hediyelik lokum almak üzere Bahçekapı'ya doğru birkaç adım yürünürdü. Orada halâ mevcut olan Hacıbekir şekercisi vardı.Ankara caddesiyle Büyük Postane caddesinin kesiştiği yerde bulunan İzmir Şerbetçisi çok ünlüydü. Caddenin karşı sırası ise ünlü köfecilerin sıralandığı yerdi. Oralarda Babıali'nin ünlü kişileri ile masa arkadaşı olma ihtimali çok yüksekti. Tırmanan yokuşun sağında Tür- kiye'nin en ünlü kitapçıları yer almışlardı. Yayınevi kavramı pek yaygın değildi. Kitapçı de- diğiniz kişiler hem dükkân sahibiydiler hem de yayıncı. Daha yukarılarda ise efkâr-ı umu- miyenin merkezi olan gazete idarehaneleri yer alıyordu. 50'li yıllarda Sirkeci, şehrin giriş çıkış kapısı gibiydi. Gar binasının burada bulunması, 19. yüzyıldan beri Sirkeci'yi bir merkez yapmıştı. Tren yolcuları Anadolu'dan gelip Haydarpaşa'ya inmişlerse de, yolculukları Galata köprüsündeki iskelede sonuçlanıyor, çoğunun yolu Eminönü üzerinden buraya düşüyordu. Vapurla Galata ya da Tophane rıhtımlarına çıksalar da, dağılımlar buradan oluyordu. Sirkeci'nin merkez olmasındaki bir neden de, galiba Anadolu ile bağlantılı emanetçi ambarlarının varlığı idi. İstanbul'daki toptancılardan taşradaki ticaret erbabına mal taşıyan, hatta tek tek vatandaşların ihtiyacına cevap veren, bu bakımdan kente sık sık gidip gelen emanetçilerin yerleri de buradaydı. . Sirkeci işte böyle bir yer idi. Kaynak Tarih Dergisi
Bir Zamanlar İstanbul'un Merkezi Sirkeci
 content media
0
0
165
vasilis klimantakis
30 Eyl 2019
In İstanbul Gezileri
1200 yılında Papa Üçüncü İnnocentius Kudüs'ün Müslümanlardan geri alınması için tüm Avrupa'yı sefere davet etti, Kısa sürede 25 bin gönüllünün toplandığı 4 Haçlı Ordusu öncelikle Mısır'a saldıracak, Mısır'ı ele geçirip bir Hristiyan üssü haline getirdikten sonra Kudüs üzerine yürüyecekti. Kuzey İtalya'da toplanacak olan Haçlı Ordusu'nun Mısır'a sevki için Venedik Cumhuriyeti ile bir anlaşmaya varıldı, Venedik, hem orduyu taşımak için Avrupalı hükümdarlardan 84 bin gümüş Mark alacak, hem de ele geçirilen yerlerin yarısının kendilerine bırakılması şartıyla Haçlı Ordusu'nun içerisinde yer alacaklardı. Venedikliler bu karlı anlaşmayı Haçlılara kabul ettirebildiler.Fakat bu sırada başka bir anlaşma için görüştükleri bir isim daha vardı, kardeşi tarafından tahtından edilen Bizans İmparatoru İkinci İsaakios'un oğlu, Aleksios, Aleksios da bu Haçlı Ordusu vasıtasıyla amcasının tahttan indirilip kendisinin imparator olması halinde Venediklilere büyük vaatlerde bulunuyordu. Bu nedenle Venedik Doçu Enrico Dandolo donanmanın Mısır'dan önce İstanbul'u kuşatmasını sağlayabildi. 24 Haziran 1203 günü Boğaz girişinde demir atan Haçlı Donanması, bugünkü Kadıköy'de ordugahını kürdü. Haçlı Donanması'nın komutanlarından biriolan Geoffrey Villehardouin İstanbul'u İlk gördüğünde yaşadığı şaşkınlığını şu satırlarla anlatıyordu: “Şimdi bilesiniz ki, Konstantinapolis'i daha önce hiç görmeyenler kente büyük bir istekle baktılar, çünkü dünyada böylesine zengin bir kent olacağımı hiç düşünmemişlerdi ve bu kent, büyüklüğüyle bütün öbür kentlerin çok üstündeydi.” Haçlılar İmparatordan tahtını yeğeni Aleksios'a bırakmasını talep ettiler. İmparatorun bunu kabul etmemesi üzerine de öncelikle Galata'ya saldırdılar ve bir gün dayanabilen bir direncin ardından Galata'yı ele geçirerek Haliç'e gerilmiş olan zinciri indirdiler. Bu sayede Haçlı Donanması kolaylıkla Haliç'e girdi ve şehirin içine girmeyi başararak İstanbul'da büyük bir yangın başlattı. Kayıtlara göre bu yangında şehirdeki 20 bin kişi evsiz kaldı. Neticede Aleksios imparatorluk tahtına oturdu, Haçlı ordusu da şehirden çıkarak Galata'da ordugah kurdu ve Aleksios'un vaatlerini yerine getirmesini bekledi. Fakat Aleksisos tahta geçtiğinde verdiği vaatlerini yerine gelirmenin mümkün olmadığını gördü. Venediklilere vaat elliği ödemeleri yapabilmek için halka yeni vergiler getirip, kendi halkının da nefreti fazlasıyla topladı. Fakat her şeye rağmen neticede vaat edilen ödemeler yerine gelirelemedi, verilen sözler tutulamadı, Bunun üzerine Venedik Doçu Enrico Dandolo, vaat edilip yerine getirilmeyenleri kendisi almak için Haçlı Ordusu'nu tekrar İstanbul'a yöneltti. Zaten Mısır'a gitmek için sabırsızlanan ve Galuta'da beklemekten sıkılan ordu 12 Nisan 1204'te İstanbul'a girdi ve Runciman'ın deyimiyle “İnsanlık tarihindeki en büyük suç ogün işlendi. Runciman Haçlıların İstanbul'da yaptıklarını şu satırlarla anlalıyordu: “Konstantinopolis, antik Yunan'dan kalan sanat yapıtları ve kendi üstün ustalıklarının ürünü olan başyapıtlarla doluydu. Venedikliler böyle şeylerin değerini biliyorlardı. Nerede bir hazine huldularsa onu kendi kentlerindeki bir meydanı ve kiliseyi ve sarayı süslemek üzere alıp götürdüler, Ama Fransızlarla Flamanlar yok etme arzusuyla yanıp tutuşuyorlardı. Naralar atarak sokaklara ve evlere saldırdılar, parlayan her şeyi kaptılar ve ve taşıyamayacaklarını yıkıp kırarak, ancak birini öldürmek yada birinin ırzma geçmek ya da içki içmek için şarap mahzenlerini yağma ettiklerinde mola verdiler. Ne manastırlar, ne de kiliseler ve kütüphaneler bu yağmadan kurtulabilmişti. Ayasofya'nın mermerlerinden mozaiklerine kadar birçok kıymetli eşya yerlerinden sökülerek Venedik'e gölürüldü. Venedik'in ana katedrali olan Saint Marco Kilisesi o güne değin sıradan bir kilise iken, Ayasofya'nın mermerleri ve mozaikleri ile tezyin edilerek bugünkü haliyle görkemli bir kilise haline getirildi. Venediklilerin şehirlerine taşıdıkları yüzlerce parçadan en dikkat çekeni ve şüphesiz en sembolik olanı İstanbul'un simgesi haline gelmiş dört bronz attı. Bizanslıların Ouadriga Atları olarak andıkları bu dört bronz at, Hipodrom'da, yani bugünkü Sultanahmet Meydanı'nda, imparatorun yarışları seyrettiği locanın üzerindeki kulede, dört sülün üzerinde yükseliyorlardı. Ouadriga dörtalın çekliği savaş arabası anlamına geldiği için atlarda bu isimle anılıyorlardı. Bu atlar rivayet edildiğine göre milattan önce 4. yüzyılda Büyük İskender'in heykeliraşı Sakızlı Lysippos tarafından yapıldı. Atların özelliği bakır ve civa karışımı özel bir alışımdan imal edilmeleri ve güneş ışığının altında altın izlenimi vermeleri ve gerçek boyutlarda, anatomik olarak da Lamamıyla gerçek izlenimi vererek görenleri hayran birakmasıydı. Bir rivayete göre İmparator Theodosios İstanbul'daki hipodromu inşa ettirirken bu atlardan haberdar olmuş ve Yunanistan'dan atları getirterek imparatorluk locasına yerleştirmiştir. Diğer bir rivayete göre ise atlar zaten daha erken bir tarihte Yunanistan'dan alınıp Koma'ya götürülmüş ve burada imparalorun locasına yerleştirilmiş, daha sonra İstanbul'daki hipodroma taşınmışlır. Atların yükseldiği imparatorluk locasırın yerinde ise buyün Alman Çeşmesi bulunmaktadır. Atlar Venedik'e taşındıktan sonra öncelikle Arsenal olarak anılan tersanenin girişine yerleştirildiler. 50 sene kadar burada kaldıklan sonra da bugün de şehrin ana katedrali olan Saint Marko Kilisesi'ne taşındılar ve kilisenin balkonuna yerleştirildiler. Bir dönem de anıtsal bir giriş sağlanmak içinatların kilisenin giriş kapısının iki yanına dizildiği anlatılmaktadır. 1611 yılında Venedik'e giden Polonyalı Simenn, Saint Marco Kilisesi'ni, Ayasofya'dan taşınan eserleri ve atları, o devri de bu eserlerin insanlar üzerinde nasıl bir etki bıraktıklarını şu satırlarla anlatır; “Kilise kubbesinin önünde üç adet bakır sütün vardır ki merasim günlerinde bunlara haçlı levhalar asılmaktadır,üst tarafla da bakırdan mamul ve azgın vaziyette dört adet heybetli at heykeli vardır. San Marco'nun kapı pervazları ve bütün kapılar kamilen bakırdan olup üzerlerinde o kadar mahirane bir sanatla resimler işlenmiştir ki ne kadar bakılsa yine güzelliğine doyum olmuyor. Altın gibi parlayan dökme atlar, canlı bir tavırla birbirine bakmaktadır.” İstanbul'un atları on yıllar boyunca Venedik teki Saint Marco Kilisesi'nin balkonundan dünyayı seyretmeye devamı ettiler, Onları yerlerinden koparan bir diğer isim ise Napolyon Bonapart oldu. 1797'de Venedik'i işgal ederek Venedik Cumhuriyeti'ne son veren Napolyon, şehri daha sonra Avusturya'ya devrederken muzafteriyetinin bir sembolü olarak atları yerlerinden söktürüp Paris'e taşıttı. Asırlar boyunca İstanbul'da imparatorluk locasını süsleyen atlar bu sefer Paris'le önce Tuilleries Sarayı'na renk kattı sonrasındaysa Louvre Sarayı'nın önündeki Carrousel Meydanı'nda inşa edilen Zafer Takı'nın üzerine yerleştirildi. Fakat Venedikliler atlarını unutmadılar, onlara tekrar sahip olabilmek için uygun zamanı beklediler. Nihayet 1814'te Napolyon tahttan feragat ettirilip Elba Adası'na sürgüne gönderildiğinde, bu fırsattan istifade atları tekrar Venedik'e gelirtip eski yerine, Saint Marco Kilisesi'nin balkonuna yerleştirdiler, Birinci Dünya Savaşı patladığından atların başına yine bir şey gelmesinden korkulduğundan Roma'ya taşındılar, Savaşın neticelenmesiyle tekrar Venedik'e geridöndüler ama sonrasında başlayan İkinci Dünya Savaşı ile birlikte yine savaşları korunmak için Padavo'da güvenceye alındılar. İkinci Dünya Savaşı'nın ardından Venedik'e dönen atlar tekrar Saint Marco Kilisesi'nin balkonundaki yerlerini aldılar. Ta ki 1990 yılına değin. Hava kirliliği ve doğal koşulların artık 2400 yaşına gelen atlar için uygun olmadığı görülerek, atlar beşyıl kadar sürecek kapsamlı bir restorasyona tabi tutuldular. Bu sırada Venedikliler ve şehrin ziyaretçileri de allardan yine mahrum kalmasın diye Milano'daki Fonderia Artistica Battaplia'dan atların kopyaları yapılıp kilise balkonuna yerleştirildiler. Orijinal atların restorasyonu tamamlandığında onlar da yine kilisenin üs kal galerisinde kurulan müzenin bir köşesine yerleştirildiler ziyarete çıkacaklar. Venedik'teki atlar en son Dan Brown'ın filimleştirilen romanlarından Inferno'da konu edindi ve tüm dünyaya yayılacak oları virüsün İstanbul'da olduğu bu atlar sayesinde anlaşıldı. Asırlar boyunca İstarıbul'u süsleyen hükümdarların zaferlerinin sembolü hakline gelen bu atların İstanbul'a geri dönmesi belki mümkün olmaz ama umulurki bir cün Venedik'in yaptığı gibi hiç değilse kopyaları İstanbul'da, Osmanlıların da At Meydanı olarak andıkları bugünkü Sultanahmet Meydanı'nda, bir gün yine yükselir. AYASOFYA'NIN MERMERLERİNDEN MOZAİKLERİNE KADAR BİRÇOK KIYMETLİ EŞYA YERLERİNDEN SÖKÜLEREK VENEDİK'E GÖTÜRÜLDÜ. Kaynak İstanbul life
Bir  Dönemin Sembolü İstanbul'un Atları
Romantizim ve Aşkın Şehri Dendiğinde Hiç Şüphesiz Akla Gelen İlk Yerlerden olan   VENEDİK. content media
1
1
143
vasilis klimantakis
27 Mar 2019
In GeziBahçe
Kahve mi ? Kiraz mı ? 1555'te Halep'li Hükm ve Şems Unkapanı da ilk kahvehaneye açıyorlar. 30 yıl içinde 600 sayıya ulaştı. Kahvehaneler daha sonra "tahmishane" adıyla da tanımlandı. İstanbul sosyal yaşamının bir özel parçası unutulmaz anılarla dolu efsanesi oldu bu kahvehaneler.Hâla öyle değilmi? Esasen bu tarihten 12 yıl önce 1453'te kahve İstanbul Limanına gelmiş olmasına karşın dönemin Şehülislamı Ebussuud Efendi bu içeceğe ölümsüzdür diye fetva vererek çuvalları denize dökmüştür.. Daha geç tarihlerde özellikle İtalya'da 1645'ten sonra yine İstanbul'dan giden kahvelerde Avrupa kahveyi tanımıştır. Kahve ağacı "beyaz çiçek" açar ama meyvesi kiraza benzer.Hatta bu ağaca zaman zaman o nedenle "kiraz ağacı" diye karıştırılır.
Kahvehaneler content media
0
0
30
vasilis klimantakis
27 Şub 2019
In GeziBahçe
Evin önünde otururdu komşular. Bazıları komri’lerde (kısa bacaklı sandalye) veya sandalyelerde. Sohbet ederler, tavla oynarlar, zarlara lanet okur, karşı tarafla dalga geçerlerdi. Geçenler oturanlara selam verir, selam alırlardı. Gümüş kakmalı ve düz başlıklı bastonu ile Hikmet Bey, parke taşları döşeli yolda düşmemek için (hatta bir keresinde, bastonun ucu mazgala girmiş ve düşmüştü) dikkatlice yürürdü. Devamlı önene baktığı ve gözü de çok uzağı görmediği için, hatta kulakları da az işittiği için, yalnızmış gibi atardı adımlarını evine doğru, Salih Berber’in dükkanından... Pavlos, iki kızını elinden tutmuş, ters yönde Hasköy’e doğru ilerlerdi. Küçük olan Paraskevi’nin, babasının ceketinin kollarını çekiştirerek, üç ayak üzerinde duran elmaşekeri tezgahını gösterip, ısrar etmeleri işe yaramaz, yollarına devam ederlerdi. Küçük kız, böylece umudunu başka bir zamana ertelerdi. Eleni, abla olduğunun farkında olarak, çocuksu yüzüne takındığı ciddiyetle, gelecekteki kaprisli ve zor genç kızın haberini verirdi. Koskoca cüssesiyle Yona, camdan kafasını çıkararak misket oynayan çocuklara öyle bir “höttttt!” derdi ki, iki saniyede tüymeyene aşk olsun! Sanırım çocukların en çok korktuğu kişiydi o. Babası Avram, iki kızının sokağa çıkmasına fazlaca izin vermezdi. Özellikle Sara daha gösterişli bir genç kız olduğundan daha da bir baskı altındaydı sanki. Hele bir de Avram’ın, Soför Ahmed’in ona aşık olduğunu duyması nedene ile, bu ev hapsini daha da geçerli hale getiriyordu. İki gün sonra Aliki’nin yeni doğan kızının vaftizi olacakken, babası hayatını kaybetti. Eşini kaybeden annesi böylece ömür boyu giyeceği, siyah elbiselere bürünmüştü. Balıklı Hastanesi’nden Baçtar Sokak’daki Aya Paraskevi Kilisesi’ne getirdiler cevizden yapılmış tabutla. Tanıdıklar son kez baktılar yüzüne... Büyük bir kalabalık toplanmıştı. Hasköy Rum Cemaati yanı sıra, Fener’den, Balat’dan, Ayvansaray’dan gelen eş-dost oradaydı. Dört kulbundan tutarak, Çıksalın Sırtları’na doğru yola koyuldular Kalaycı Bahçe Caddesi boyunca. İstisnasız, kapı önlerinde oturan zaten cemaate dahil Rumlar’ın yanısıra, müslüman, yahudiler dahil olmak üzere tüm Hasköy Halk’ı, cenaze önlerinden geçerken ayağa kalkarak, saygılarını esirgemediler. Hatta mevtayı tanıyanlar içindeki Emine Hanım, başörtüsünü kafasına geçirip kapının önüne fırlamıştı. Hem ağlıyor, hem dizlerini dövüyordu “Ahhhhhhh kunduracı Alexis!!! Sana hakkım helal olsun, çoooook iyi adamdın sen!!! Allah yattığın yeri cennet etsin, toprağın bol olsun!” diye ağlarken, herkesi de gözyaşına boğuyordu. Avram’ın evinde ise başka sorunlar hakimdi. Kızı Sara, yavuklusu Soför Ahmed’e kaçmış, bütün aileyi utanca boğmuştu. Şimdi cemaatlerinin yüzüne nasıl bakarlardı. Binlerce yıllık zincirin bozulmasına nasıl izin verirdi. Ne yapacaktı şimdi??? Karısı kapı kapı dolaştı, herkese sordu ama haber yoktu. Ahmed’in ailesi bile nerede olduklarını bilmiyordu. Veya biliyorlardı ama söylemiyorlardı. Ahmed’in arkadaşlarına haber saldılar “Eğer Ahmed, Sara’yı geri getirip, yolunca yordamınca babası Avram’dan isterse, duvakla, düğünle vereceklerdi...”... Ertesi günü verilen bu umutla Sara eve geldi. Ancak, bir sonraki gün, Avram’ın evinde ne perdeler, ne halılar kalmıştı. Apar topar, ortadan kaybolmuştu tüm aile. Avram, ailesini de alıp, henüz 7 yıl önce yeni kurulan İsrail’e kaçarcasına göçetmekten başka çare bulamamıştı anlaşılan. Herkes kendi derdindeyken, Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs arasındaki çekişmeler sürmekteydi. Her zamanki gibi, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Rumlar diken üstündeydi. Hiç suçları olmadığı halde, sadece Rum oldukları için, Yunanistan’da olan her türlü olumsuzluk onlara baskı ve eziyet olarak yansımaktaydı. Olgunluktan ve mantıktan uzak aşırılar, hınçlarını karşılık olarak kendi vatandaşlarından alacak kadar canileşebiliyor, insan türünün en ilkel duygularını açığa vurabiliyorlardı. Basmakalıp ve zayıf kişilikleri ve bilgisizlikleri ile, provakasyona ve her türlü yönlendirmeye açık, serseri mayın gibi ortalarda dolaşıyorlardı. Vasil her zamanki gibi vapur iskelesine yakın bakkalını açmaya gitmişti Hasköy Çarşı’ya. O gün hiç de iyi olmayacaktı, onun ve onun gibi tüm Rumlarımız için... İlkel sürü halinde, ellerinde sopalar ve ırkçı sloganlarla, bazıları işlerine öyle geldiği, bazıları ise tüm beyinsizlikleri nedeniyle yakıp yıkmaya başladılar. Herkes ne olduğunu şaşırmıştı. Birden ortalığı kaos sarmış, Rumlara ait işaretlenen ve hatta parmakla gösterilen dükkanlar yıkılıp, yakılmaya başlanmıştı. Rizeli İlyas koşarak arkadaşı Vasil’in bakkalına gitti. Olacakları sezmiş gibi, oraya doğru ilerleyen bir kaç kişiyi engellemeye çalışıyordu “Burayı ben satınaldım!! Burası benim dükkanım!!!”... Önce duraksadılar ve sonra içlerinden bir kaç çapulcu, Rizeli İlyas’ı tanıdı ve diğerlerine işaret etti ve gittiler. İlyas da elindeki Türk Bayrağı’nı dükkanın önüne asıp, adeta nöbet tutmaktaydı. O dükkan ve bir kaçı dışında hepsi yerle bir edilmiş, talan edilmiş, yağmalanmış, yakılmış, yıkılmış, hatta içlerindeki dükkan sahipleri dövülmüş, hastanelik edilmiş veya hayatını bile kaybetmişti. Dayım o zaman küçük bir çocuktu. Yağmadan arta kalan, sokaklara yığılmış eşyalar arasından aldığı dikiş yüksüğünü alıp eve getirmişti. Anneannem, yüksüğü dayımın elinde görmüş ve “Bu ne oğlum??? Nerden buldun bunu!!!” diye haykırmıştı. Dayım da nereden aldığını söylediğinde, yüzüne güçlü bir tokat yemiş, Anneannem “Çabuk onu aldığın yere bırak ve hemen eve gel!!” diye gürlemişti. Utanmıştı kadın oğlunun yaptığına. Nasıl olurda onun oğlu, yağmalanmış eşyalar arasından, çapulcular gibi davranıp, bir yüksüğü eve getirirdi. Dayım döndüğünde, eşşek sudan gelinceye kadar sürecek olan dayaktan da kurtulamamıştı. Çok utanmıştı Emine Hanım, çok!!! O olayları yapanlar Türk olamazdı, hatta insan bile olamazlardı. Biz insanlar bunun için yaratılmamıştık. Kim yaparsa yapsın, biz yapmamalıydık. Tüm şevkatimizle, tüm onurumuzla sahip çıkmalıydık insanlarımıza ve izin vermemeliydik çapulculara... İşte bunları düşünüyordu, oğlunu hırpalarken Emine Hanım... Tüm hıncını neredeyse o küçük çocuktan çıkarmıştı. Tüm İstanbul bir savaş alanıydı o gün. İstanbul artık aynı şehir değildi. İstanbul derinden yaralanmış, karalanmış ve hüzünlüydü artık. Bir çok masum vatandaşımız, evlerini bırakıp, Yunanistan’a göçmek zorunda kaldılar. Bir gün ben doğdum. Bu olaylardan çoook sonra... Ve 1997’de tam da Kardak Krizi’nin üzerinden henüz bir yıl geçmeden, Atina’yı ziyaret etmekteydim. İstanbul’dan göçen bizim Rumlarımızın kaldığı mahalle olan Paleo Faliro’da yürürken, bir hediyelik eşya dükkanı gördüm. Evlerinde misafir olarak kaldığım Alexandros’un annesinin doğumgünüydü o gün ve ona bir hediye almak istemiştim.Adama yarım yamalak Rumcamla kaç para olduğunu sordum. Adam fiyatını söylediğinde, otomatik bir refleks olarak alçak sesle “Pahalı ama!” diyebildim... Dükkan sahibi ise, beni çok şaşırtan bir yanıt verdi, hem de Türkçe olarak “Oğlum, çok pahalı değil inan! Çünkü gümüş kaplı o çerçeve!”... Kıpkırmızı oldum... “Türkçe’yi nereden biliyorsunuz?” diye saçma bir soru soruverdim kendisine. “İstanbulluyum” dedi. “Gidip, geliyor musunuz?” diye devam ettim, sanki orada muhabbet için bulunuyormuşum gibi. “Hayır oğlum. 1955 ‘den beri gitmedim” dedi... “Hala korkuyorum!”... Çok üzüldüm, kaç para ise aldım çerçeveyi. Pahalıydı ama umurumda değildi. Çooook üzülmüştüm... Mustafa Çavuşoğlu 06 Eylül 2010
Hasköy'lü Vasilin Bakkalı  content media
1
0
215
vasilis klimantakis
27 Şub 2019
In Türkiye Gezileri
Yalova'da görülecek yerler yazımızda , Yalova sonradan il olmasına rağmen İstanbul’a yakın olması ,ulaşımın kolay olması nedeniyle hızlı bir şekilde göç alan ve istihdam sağlayan bir şehir oldu. Doğası ,şifalı suları ile ziyaretçi akınına uğrayan bir şehir olmaya devam etmektedir. Yalovada gezilecek yerler ,ve özellikleri aşağıda görülebilir. Yalova Yürüyen Köşk 1930 yılında Mustafa Kemal Paşa, köşke değen çınar ağacının dalını kesilmemesi için köşkü biraz daha ileriye doğru yürütmelerini ister. O zamanın şartları için böyle bir isteğin gerçekleşmesi çok güçtür. Şaşkınlıkla karşılanan bu istek Ata’nın ciddiyeti üzerine hummalı bir çalışmayı başlatır. Köşk İstanbul’dan getirilen tramvay rayları ile döşenir. Köşkün temelinin altına sokulan raylar üzerine oturtulur. Köşk raylar üzerinde kaydırılarak 5 mt daha ileriye sürükletilir. İşte bu çınar ve Atatürk’ün geldiğinde kaldığı köşkün müzeye dönüşmüş hali görülebilir. Yalova Merkezdedir. Sudüşen Şelalesi Yalova Merkeze 20 km uzaklığındadır. Burada trekking ve kanyon yürüyüşü yapılabilecek bir yer olarak hayal edilebilir. Yemyeşil ve su çağıldama seslerinin ,kuş cıvıltılarının arasında çok huzurlu bir orman alanıdır. Doğa yürüyüşü yapmak için ideal. Yazın, ayaklarınızı buz gibi suya sokup aynı anda yemek yenilebilecek café ve restoranları da bulunmaktadır. Erikli şelale Yalova’ya 34 km uzaklıkta bulunmaktadır. Çınarcık ilçesinin Teşvikiye beldesinde , Delmece Yaylasına çıkılan yol üzerinde bulunmaktadır.Doğa ile başbaşa ile kamp kurmak ve Trekking yapmak isteyenler için harika bir doğal parkurudur. Armutlu Kaplıcaları ve Yalova termalleri Yalovada ne yapılır dendiğinde ilk akla gelen yerlerdendir kaplıcalar. Armutlu termalleri Yalova merkeze uzaklığı 52 km, Termal kaplıcalarının uzaklığı ise 14 km uzaklıktadır. Şifalı suları ve konforlu otelleri ile hem kaplıca sularında yıkanıp hem de çınar ağaçlarının arasında dolaşmak için enfes bir dinlenme yeridir. Şifa merkezi olarak anılan bu bölgeler günümüzde de birçok hastalığın tedavisinde kullanılmaktadır. Karaca Arboretumu Hayrettin Karaca tarafından kurulan ilk özel arberotorumdur. Yalova kent Samanlı Köyü içerisinde bulunmaktadır.Yalova-Termal karayolu üzerinde, il merkezine 5 km mesafede Samanlı Köyü içerisinde yer almaktadır. Toplam 13,5 hektarlık alanda yaklaşık 7000 farklı bitki çeşidi bulunmaktadır. Yalova-Termal yolu üzerinde merkeze 5 km mesafede Samanlı Köyü’de yer almaktadır.
Yalova'da Görülecek Yerler  content media
0
0
111

vasilis klimantakis

Admin
Diğer Eylemler
bottom of page