Bitti... Ama gezilecek daha çoooook yer var...
Uzun süredir hayallerimden biri olan bir işi gerçekleştirdim, bir adım kaldı... Sonra Mr.Sparrow bir kış uyukusuna dalacak. Aman sakın böyle bir işe kalkışmayın!... Tabi kalkışın ama hazırlık ve eğitim şart!... Bir sene düşündüm, neler yapmam gerektiğini. Nasıl alırım, nereye bağlarım, ne maliyeti var periyodik ve tabi hangi eğitimlere ihtiyacım var falan diye... “Hadi yapayım!” demekle olmuyor. Gündüz seyri ayrı, gece seyri ve karaya yaklaşma olayı çok ayrı örneğin... Gece her şey karışıyor birbirine. şehir ışıkları denizin ortasında gibi görünüyor bazen. Denizde ağaç dalları ve hatta koca ağaç gövdeleri bile var, naylon torbalar cabası. Örneğin yine deniz fenerlerine güveniyorsun. Fenerleri bilmiyor, görmüyor, hangisi olduğunu anlamıyorsan bittin... Bu da “Allah limanlara, belli başlı noktalara fener koyma fikrini bulanlardan razı olsun!” dedittiriyor... Chartplotter yetiyor ama bazen daha fazlası gerekiyor. Bu nedenle onu bile yedekledim, iPhone ve iPad’a Navionics uygulamasını indirdim. Biri çalışmazsa, diğeri falan... Başlamadan önce, bilgisi ve fikri olduğunu düşündüğüm arkadaşlarımdan, tanıdıklarımdan bilgi aldım, referanslar elde ettim. Önce kursa gittim, yelken kursuna... En küçük yelkenli çeşitlerinden biri ile başladım. Bu bana iyi fikir verdi diyebilirim. Ve tabi her ülkede farklı uygulamalar var giriş çıkışla ilgili veya yok :) Ayrıca marinalar, limanlar, demir yerleri falan bilmek lazım. Her yere demir atamıyorsun, her yere kaçamıyorsun, her yerden geçemiyorsun, her yere giremiyorsun etc... Bazı yerde demir tutmuyor, tutsa da rahat uyuyamıyorsun demirde. Ya tekne kaçarsa, ya rüzgar yön değiştirirse ve ya zincir uzunluğunu yeterince ayarlayamadıysam diye. Ve tabi bunu sadece romantizm olarak değil, sabır ve dayanıklılık işi olarak da görmeli. Deniz her zaman sakin değil. Haaa tabi bir de hava durumu takibi ve ne yazık ki ayrı yaşayamadığımız internetin elimizin altında olması gerekliliği var... Bu işi sevdiğine emin olmadan başlanmamalı, düşünmemeli bile... Ben hiç pişman değilim :) Özellikle bir kaç kişi buna tek başıma başlamam gerektiğini düşünüyorlardı, yapabileceğimi sanmıyorlardı. Gerçekleştireceğime ilk iki günde daha çok inandım.... İlk seyrimde mide bulantısı, deniz tutması falan da vazgeçiremedi... Deniz tutması kendisi pes etti :)
Çok güzel yerler gördüm ama daha önemlisi çok güzel insanlar tanıdım. Bu işe kalkışıp, bu işin zevkine varmak kadar güzeldi onları tanımak... Mustafa Kemal, Erol ve Banu Kaptanlar ve onların ilk omuz verişleri Mr.Sparrow ve bana başlangıçtaki ivmeyi verdi... Sonraki destekleri ve fikirleri de devamını sağladı. Pratik bilgiler hep işime yaradı. Arkadaşım Tunay’ın ilk aşamadaki desteği... Sağolun!!!
Bana bir kardeş daha kazandırdı bu seyahat. Havanın sertleşmesi nedeniyle girdiğim San Remo Marina’da Uğur ‘un güler yüzü, hoş sohbeti ve tüm desteği, “bu işe iyi ki başladım!” dedirten başka bir nedendi...
Daha sonra İtalya’nın güneyine gittikçe daha da sıcaklaşan insanlar ve tabi yine fırtına nedeniyle sığındığım Crotone’deki Marina’yı işleten Carmine ve onun benim için alış-verişlerimde pazarlık yapışı... İş icabı olmaktan öte, bir arkadaş desteği göstermesi ihtiyaçlarımda... Özel Calabria ürünleri ile sandviçler hazırlatması... Calabria ‘nın fahri temsilcisi benim için ... Teşekkürler Carmine !
Ve bir arkadaşım daha var artık... Kişiliği olan ve beraber yola çıktığımız ve beni hiç yalnız bırakmayan... Artık kişiliği olan, benle konuşan ve daha çok beni dinleyen bir arkadaşım; Mr.Sparrow... Her bana ait olan önemli-belli başlı eşyalarımın kişilik kazandığı gibi, onun da bir ruhu var artık, kişiliği var... O gerçekten bir serçe gibi, arkadan ve yandan baktığımda, bir serçe başı, gözleri ve en ileride sipsivri bir gagası ve sert bakışları var... Bir daha bakınız! Ben görüyorum :)
Arada gelip, denize dayanamayıp gidenler... Denizi hep ayaklarını sokup, sallayacağın bir serinlik olarak, sakinlik olarak görenler tabi :)
Yaşlı insanlar, çocuklar, komunist gençler tanıdım, muhabbetler ettim... Kanallar geçtim, köprüler açtım... Tarihin içine girdim, şehirleri uzaktan ve farklı bir açıdan seyrettim. Araba ile gidemeyeceğim yerlere gittim. Makarnalar yedim bol bol :) Bir çok şehir ve kasaba, evimin manzarası oldu geçici... Onların karşısında kahve içtim. Ailemle ve arkadaşlarımla bu seyahat boyunca teknoloji sayesinde devamlı sohbette ve iletişimdeydim. Gördüklerimi fotoğraflarla ve videolarla, duygularımı yazdıklarımla paylaştım isteyenle... Denizde çalışanları düşündüm, hayatını yitirenlerin anıtlarında duygularımı serbest bıraktım. Denizi çok seviyordum, şimdi daha çok seviyorum...
Cannes, Menton, San Remo, Portofino, Piombino, Porto Santo Stefano, Porto di Roma (Ostia), Napoli (Castella Mare di Stabia, Sorrento), Agropoli, Tropea, Messina, Crotone, Leuca, Corfu, Lefkas, Vathi (İthaki), Patras, Patras Köprü Geçişi, Korint, Korint Kanalı Geçişi, Atina’ya el sallayış, Karistos, Psara ve Midilli... Hepsi ile ilgili şimdi bir şeyler var hatıralarımda...
Daha çok düşünmeye, anlamaya, anlatmaya/yazmaya zamanım oldu... Boş gibi dolu bir dönem... Birbucuk ay sürmüş... O kadar çok şey birikti ki...
Şimdi ne yapacağım diye düşünmeye başladım bile... Çocukken bağda-bahçede sabahı, akşam ederdim... Akşam ezanı ile eve zorla varır, yemek yemeyi bile unuturdum. Akşam eve girer girmez, yarın sabahı ve yine neler yapacağımı hayal ederdim. Ağaca ev yapmak mı, bahçeye, eski tahtalardan arkadaşlarla girip, kiremitte patates pişireceğimiz kulubeler inşa etmek mi, çıkma kamyon lastiklerinin içine arkadaşları sokup, yokuştan yuvarlamak mı...! Neler neler... Yeminle şimdi de hiç bir şey değişmedi... Hayat tabi ki ciddiye alınmalı bazı açılardan, ama bir çok açıdan hayat sadece bir oyun. O oyunun içinde iş hayatında kendilerini adam sananlar, çalıştıkları firmaların sahibi olduğunu bile düşünebilenler (ki sahibi olsan ne yazar!) ve diğer yandan gerçekten hayatın hakkını veren ve kalbini yok saymayan güzel insanlar var... Hedefim hep kalbi olan ve onu kullananları avlamak ve onların arkadaşı olmak ve kalmaktı. Ve kendi kendime de kısa süreli, orta ve uzun süreli hedeflerim oldu. Bir çoğunu da gerçekleştirdim. Seyahatlerime harcadığım para ile bir daire alırdım belki ama almadığım ve seyahat ettiğim için pişman değilim... Yeniden doğsam, yine eşşek gibi çalışır, krallar gibi seyahat ederdim... İş hayatını kendini satmak olarak gördüm, yani bir çeşit hayat insanlığı (hayat kadını lafını sevmiyorum), yani zamanını satıyorsun, vücudunu veriyorsun, hatta iş hayatında tecavüz ediyorlar kişiliğine... Mecbursun ne yazık ki!!! Ama bir yere kadar... Hayat geçiyor ve geçince her şey bitiyor... Hayal edip, yapamadıklarını yanında götürüyorsun bir çöp tenekesi içerisinde... Ben denemediğime pişman olmaktansa, deneyip yanılmayı tercih ettim ve sanırım çoğunda yanılmadım... İyi ki istediklerimin bir çoğunu denemiş, yapmışım... Yanımda çok az çöp götüreceğim... Hayal edip yapamadığım veya sahip olamadığım, elimde olmamasına rağmen bir baba ile büyümemiş ve bir çocuk sahibi olamamış olmaktır... Anasız-Babasız çocukları çok iyi anlarım, hiç büyümezler veya aslında çarçabuk büyümüşlerdir başka bir açıdan. Bu duygu, hayat boyu burun sızısında taşıdığın bir hiçliktir...
Şimdi ne yapacağım!... Bulucaz bir şeyler... Sanırım yapacak bir şeyim olmadığımda, sevdiğim bir uğraşım olmadığında, sevemediğimde, sevdiğimi gösteremediğimde, paylaşamadığımda, hedeflerim ve onlara ulaşma isteğim kalmadığında, öleceğim gün olacak...
Ama gezilecek daha çoooook yer var...
07.11.2015
Comments