top of page

Fransa Cannes'dan Midilli'ye Seyir Defteri Yazı Dizisi-3

San Remo-Portofino , Portofino-Porto Salivoli


Ve San Remo’dan ve yine memleketlim ve büyük kazanımım Uğur’u geride bırakarak ayrıldık... Onun da yardımlarını ve müthiş evsahipliğini unutmayacağım. Ne mutlu ki, yolda iyi ve “cream de la cream” misali insanlarla tanıştım.



Hava iyiydi tahminlerde... Sadece arkada bırakacağımız bölgelerde sert rüzgarlar ve dalgalar olacaktı. Biz de o dalgalar gelmeden, gideceğimiz yere varırız diye düşündük. Hatta sert havanın etrafından dolaşarak, direkt karşıya geçerim dedim. Ve tabi on-line danışmanımdan destekler alarak kararımızı verdik. Hedef Portofino... O kadar sembolik bir yerin önünden geçip de ve hatta belki ilk ve son kere geçip, uğramamak olmazdı. Ancak tahminlerin aksine deniz bildiğini okudu güneş battıktan sonra... “Musti ne ayak!? Dur bi, bir yere kadar cesaret ama bil ki ben Deniz’im, senin beklediğini değil, benim istediğimi yaşatırım sana. Deneyimine falan da bakmam. Deniz herkese eşittir. Eşit olmayan, denizcilerin tecrübeleri ve bilgi birikimleridir. Onlar olman için daha çooook sürprizle karşılaşacaksın!” deyiverdi Deniz...Dalgalar yüksek ve sık. Hemen bir yere sığınmamız gerekli. Açıktan direkt gelmekte olduğumuz için, en iyi ihtimal (pahalı olsa da), bir an önce körfeze girip, körfezin sonundaki marinaya sığınmaktı. Bu arada bizim yaptığımız denizcilik değil. Chart Plotter’lar alıp götürüyor seni. Tabii çalışırlar ve doğru çalışırlarsa... Harita ile navigasyon zamanları nerde, şu anki elektroniklerin desteğindeki denizcilik nerde!... Neyse... Zar zor burundan içeri girip,

dik gelen dalgalarla hala savaşmanın ödülü olarak rahat uyuyacaktık marinanın kucağında... Ama o da ne!!! Marina’ya Bizans Zinciri çekmişler... Yani giremiyorsun... Adamları VHF’dan aradıysak da, “Carlo Riviera, Carlo Riviera, this is Mr.Sparrow, Mr.Sparrow”, “Kapalıyız yarın gel!” demez mi adam... “Abi valla acayip yorgunum, aç kapıyı, bak sana neler verecem!” dediysem de yanıt yok... “We are clozzzdı... Commme tomorrowıı... At eight o’clockııı”... Özrünüze sığınarak “....tir bilmemnenin ......!” neyse... Geriye sığınacak sadece Allah kalıyor tabi... Ya da direkt ve kısa yoldan ona kavuşmak :) Fakat yakındaki marinayı (Santa Margherita Ligure) denemek istedim. Acayip bir marina, balıkçı tekneleri dolu, tabi motor ve yelken yatlar da var... Ama pontonlar acayip yüksek, rüzgar da cabası... Uğraşamayacağım o kadar... Ayran olmuşum zaten. Hızlı bir kararla demirlemek kaldı geriye... Bir katamaran da demirlemiş... Yanlarına yanaşıp, demiri atacaz derken, katamarandan bağıran iki adam... “No no, not der, hiyır pliz! Hiyır iz betır!”... Yav bu adamları aksanı hiç de yabancı değil... “Türk müsünüz?” (gece yarısında ve o durumda sorduğum soru bu :))) .... “Aaaaaaaa valla anladı!:) Abi o taraf tutmuyor, bu tarafa bırak demiri!”... “Thanks maaaaan!”... Demirledik ama bende uyuku yok... Elimdeki bütün parayı tekneye vermişim... Valla uyumam... Uzandım ama dışarıyı hep gözlüyorum... Zaten tekne demirde durduğumuz yerde de sağa sola sallanıyor... Bir otelin aydınlatılmış ismi direkt görülüyor... Biraz dalıp uyanıyorum ve bir bakıyorum otelin ismi yok... Tabi panikle dışarı... Ohhhh aynı yerdeyiz... Sadece rüzgar yön değiştirmiş... “Demirin tuttuğunu kontrol etmedin mi?” diyebilirsiniz ama işte ben de böyleyim :) Bal gibi de tuttu hal-bu-ki...Sabah uyanıp (daha doğrusu artık uzanmayıp), Carlo Riviera’yı arıyorum... Aynı terane; VHF... “Gel, kapıyı açacaz... Ne zaman varırsın? Gelince yine anons et, alırız içeri...” diyor (aynı adam)... Marina pahalı ama bir hizmet bir hizmet... Hortum yoksa hortum getirme teklifleri, hortum ve elektrik kablosu adaptörü farklı ise, adaptör etc teklifleri... Bağlandıktan sonra ilk koştuğum yer duş... Sanırım 45 dakika kalmışımdır :)

Sonra tabi, oraya gelmişken aşkın bulunduğu yeri ziyaret etmemek olmaz... Virajlı yollarda, yüksek sesli uyarı niteliğindeki otobüs kornaları ile vardık... Allah’ı var, güzel bir yer... Bilin bakalım kimleri gördüm? İstanbul Fatih’ten bir sokaktaki komşular oraya gezmeye gelmiş ... Selam verdim-aldım ve bir kaos halindeki yemek ısmarlayışlarına devam etiler; “Şimdi bak, ben midye yemem, ahtapot da yemem... Ayyy öyle olsun, ayyy böyle olsun.. etc etc”... Tüm Porto Fifi bizim Fatihlileri dinliyor :)Fotoğraflarımı çektikten sonra, geldiğim gibi yalnız olarak ayrıldım Portofino’dan... Size ne çağrıştırıyor bilmem ama, benim aklıma “fino” türü köpek geliyor “Porto Fifi” :)Ve oradan da ayrılıyoruz... Ayrılırken kapı zincirsiz... Kadar... Amaç Isola d’Elba’ya varmak... Fakat rüzgarın baştan direkt gelişi ve dalgaların gittikçe yükselmesi ile plan değişecek... Az sonra!...VHF’den bir anons “Securite Securite Securite.... Spezia açıklarında dipten denizaltılar geçecek... Aman şu koordinatların içindeki alana girmeyin!”... Neyse, biz de kıyıdan kıyıdan La Spezia’ya kadar devam ettikten sonra, sanırım suyun altından giden denizaltılara eşlik eden savaş gemileri de yok olunca, direkt Savona’ya doğru açıldık... Anladığım kadarıyla, Savona da, Genova gibi ticari bir limana sahip... Bu nedenle amacımız başından beri Erol

Kaptan’ın rotasındaki Elba Adası-Porto Azurro idi... Ta ki daha önce sözünü ettiğim dalgalar bizi karşılayana kadar... Tabi o dalgalarla birlikte, marina değil ama demirimizi atacağımız sessiz ve dalgalardan eser olmayan koyla tanıştık zorunlu olarak ama memnun... Hiç sallanmadan bir koyda geçirdiğimiz gece sonrası, depoyu doldurmak için en yakın marinaya vardık; Marina Salivoli... Pilot Book’da fiyat seviyesi 6 (en pahalılardan) olarak görünmesine rağmen, gayet ucuzdu bizim için, hatta en ucuz marinamız... 18 EUR... Marinalar genelde su ve elektriği de içeriyor...Görevliyi iki saat bekledikten sonra göründü ve dizelimizi doldurduk... Adam dolduracak sanırken, “elime verdi” pompayı... Depo yanında, yedek bidonları da doldurdum. Ve yemin etttim yine; depo dolu ve yedeklerim olmadan asla marinadan ayrılmayacağım diye... Koruyucu ve yol göstericim Mustafa Kemal Kaptan’ı aradım verdiği açık çeke istaneden... Ve yine tüm sorularım yanıtlandı. Yağ ve filtre değişecek, vb. , vb, vb... Çok şanslıyım çok...Bizi görevli ile, iki tekne uzağımızdaki eski bir yelkenlinin karısı ile birlikte o yelkenlide yaşayan yaşlı sahibi karşıladı. Yanaşmaları genelde sürpriz bir şekilde çok iyi yaparken, bugün zorlandım. İlk denemeden sonra, “Üzgünüm, acayip yorgunum da, (yoksa biliyorum)...” diye bahanemi iletirken, yaşlı adam “Take your time! We are here...:) (anam boşver be gülüm, sen devam et, biz burdayız!” diye şevkati ile içime güzel rüzğarlar serpti. Ve yanımıza bir İtalyan Bayrak’lı bir yelkenli yanaştı... Adamların VHF’si yokmuş... Sormadan girmişler ve tabi görevliden de paparayı yediler. 6 kişi, bir bot kiralamışlar, aksanlarından İsviçreli olduklarını anladım ve selam verdim. Sonra bizim pişmaniyelerden ikram ettim. İsviçreliler’den biri daha girişken çıktı diğerlerinden ve muhabbete başladık. Bizim tekneye geldi ve muhabbete devam ettik. Yanında da kendi ürettiği zencefil liköründen getirdi. İçki değil de, ilaçmış gibi geldi... Zaten rüzgarlar da kötü etkilediği için, ciğerleri ve boğazı açtı desem yeridir:) Yarın hava, dünkünden daha rüzgarlı görünüyor. Dün rüzgar 3-4 knot gibiydi diyordu ama dalgalar çıkageldi. Yarın için 16-21 arası diyor. Bakalım! Güne yönüne ve dolayısı ile Midilli rotamıza ya yarın, ya ertesi gün devam edeceğiz. Bugece buradayız, İsviçreliler yanımızda... Çooooook huzurluyum... Uyuyacağım...

06.10.2015


23 görüntüleme

Comments


bottom of page